BİR FATİHA DA SENDEN OLSUN

KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? TIKLA DA GÖR

             Allah (cc), Kuran-ı Kerim’de Ankebut suresi   55. ayetinde:” Her canlı ölümü tadacaktır.”diyor. Bizler ve bu yazıyı siz...

28 Haziran 2014

Ramazan Münasebetiyle Müslümanlara Beyanname

1435 Hicrî senesi mübarek Ramazanını idrak etmiş bulunuyoruz. Cenab-ı Hak’tan rahmet, mağfiret, tevfik, yardım, bereket; her türlü afetlerden, belalardan, savaşlardan ve musibetlerden korunma dileriz.

Bu münasebetle, Din-i Mübin-i İslam’ın iki kere iki eder dört derecesinde muhkem, zarurî ve temel emir yasak, öğüt ve uyarılarını sevgili kardeşlerime arz etmeyi kendime bir vazife bilmekteyim.

Birincisi: Her Müslüman itikadını (inançla ilgili bilgiler) Kur’ana, Sünnete, Sevad-ı Âzama, râsih ulemanın öğretilerine uygun şekilde tashih etmeli, bid’at ve sapıklıklardan arınmalıdır.

İkincisi: İmanla küfür arasındaki sınır olan beş vakit namazı dosdoğru kılmalıdır.

Üçüncüsü: Hür ve mukim erkekler, şer’î özürleri olmadığı takdirde farz namazları ehil imamların ardında cemaatle kılmalıdır.

Dördüncüsü: Nisaba malik olanlar zekatlarını Kur’ana, Sünnete, Şeriata, fıkha uygun şekilde gerçek kişilere (tüzel kişilere zekat verilmez) vermelidir.

Beşincisi: Her Müslüman ilmihalini ve islamî ahlak bilgilerini doğru olarak öğrenmelidir.

Altıncısı: Bütün Müslümanlar Ümmet şuuruna sahip olmalı, Ümmet birliği içinde yerlerini almalıdır.

Yedincisi: Bütün mü’minler, bu devirde Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimizin vekili ve halifesi durumunda olan âdil, âbid, râşid, muktedir ve müdebbir İmam-ı Kebir’e biat ve itaat etmelidir. Böyle bir İmam yoksa veya bilinmiyorsa onu istemeli, aramalı, bu şuura sahip olmalıdır.

Sekizincisi: Müslüman kadın ve kızlar Kur’ana, Sünnete, Şeriata uygun tesettüre bürünmeli, şeytanî ve rezil Avrupaî tesettürden uzak durmalıdır.

Dokuzuncusu: Müslüman aileler on yaşından itibaren çocuklarına namaz kıldırmalıdır.

Onuncusu: Müslümanlar din düşmanı kafirleri ve münafıkları taklid edip, onlara benzemeye çalışmamalıdır.

On birincisi: Ramazan boyunca yatsı ve teravih namazları cemaatle kılınmalıdır. İslamda teravih yoktur gibi batıl yaygaralara kulak asılmamalıdır.

On ikincisi: Halkı cemaatten soğutan, camiden kaçıran kulak sağlığına zarar veren aşırı yüksek sesler, göz kamaştıran aşırı parlak ışıklar, ezan okunduktan sonra namazı geciktirmek, namazı tâdil-i erkan ile kılmamak, cami içinde para toplamak gibi kötü bid’atlerden uzak durulmalıdır.

On üçüncüsü: Dinimizin yasak kılmış olduğu israflardan, gösterişlerden, gurur ve kibirlerden, saçıp savurmadan kaçınılmalıdır.

On dördüncüsü: Hiçbir Müslüman belediyenin yatsı ve teravih namazı vaktinde İslam ahlakına aykırı şenlikler, etkinlikler, eğlenceler tertiplemeye hakkı yoktur. Yatsı ezanı okununca Müslüman halk şenlik ve eğlence çadırlarına ve mekanlarına değil, secdegah-ı Kibriya olan cami ve mescitlere gidip Allaha ibadet edecektir. Müslümanları dolaylı şekilde de olsa ibadetten ve taatten alıkoyanlar haindir.

On beşincisi: Hiçbir mü’minin, mü’min kardeşine düşmanlık etmeye hakkı yoktur. Allah mü’minleri kardeş kılmıştır; Resulullah siz birbirinizi sevmedikçe gerçek Müslüman olamazsınız buyurmuştur.

On altıncısı: Mü’minler birbirlerine beddua etmekten çok korkmalı ve çok sakınmalıdır. Beddua yerine hayır ve ıslah duası edilmelidir.

On yedincisi: Müslümanları bölen, birbirine düşüren, büyük fitne ve fesada sebebiyet veren cemaat, tarikat, grup, hizip, fırka holiganlıklarından, militanlıklarından, fanatizminden uzak durulmalıdır. Ümmet-i Muhammed, olumlu çeşitlikler içinde sarsılmaz bir birlik teşkil eder.

On sekizinci: Kadın erkek çocuk bütün Müslümanlar öğrenilmesi farz olan ilmihal bilgileriniz doğru olarak öğrenmeli ve içindeki bilgileri hayata geçirmelidir.

On dokuzuncusu: İslam yardımlaşma ve paylaşma dinidir. Allahın bize nasip ettiği nimetlerin, paranın, malların, nafakaların bir kısmını fakir, muhtaç, mülteci, hasta, biçare, miskin kardeşlerimizle paylaşmalıyız.

Yirmincisi: İslamın ihlas prensibine çok dikkat etmeliyiz. İhlassız oruç makbul olmaz, ihlassız namaz kabul edilmez, Allah ile olan bütün işlerimizde ihlası esas almalıyız ve nifaktan ve riyadan ateşten kaçar gibi kaçmalıyız.

Yirmi birincisi: Bütün reformculuklardan, dinde yenilik ve değişiklik cereyanlarından, light ve ılımlı İslam tuzaklarından, dünyevileşme sapıklıklarından, İslamdan başka hak dinler olduğu inkarlarından, İslam Protestanlığı sapıklıklarından, mezhepsizlikten, telfik-i mezahibten, Necdîlikten, Râfizîlikten ve bunlara benzer bozuk cereyanlardan uzak durmalıyız.

Yirmi ikincisi: Feminizm sapıklığına karşı uyanık olmalıyız.

Yirmi üçüncüsü: İlmi yetersiz olanların Kur’andan kendi re’y heva ve heveslerine göre mana ve hüküm çıkartma bid’atinden kaçınmalıyız.

 

Mehmet Şevket EYGİ 

Milli Gazete

23 Haziran 2014

AHLAK SEFERBERLİĞİ İLAN EDİLMELİDİR

Ülke çapında, genel, yoğun, etkili bir ahlakı ıslah seferberliği başlatılmalıdır. Türkiye bugünkü kötü ahlakıyla ayakta duramaz.

Bugünkü yalan, iftira, gıybet, hilekarlık, tecessüs (Başkalarının gizli ve saklı günahlarını araştırıp faş etmek), fitne ve fesat, fısk ve fücur, günah, isyan, fuhşiyyat=azgınlık, seks pislikleri, müstehcen yayınlar, bin türlü beyinsizlik, israf ve saçıp savurma, haram yeme, kokuşma, cemaat ve hizip holiganlığı ile geleceğimiz aydınlık değil, karanlık değil, kapkaranlıktır.

Başta politikacılar olmak üzere kimsenin yalan söylemeye hakkı yoktur.

Yaramazlık yapan, yahut yemeğini yemeyen çocuğa, “Uslu durursan ve yemeğini yersen seni gezmeye götüreceğim” deyip, sonra götürmeyen anne ve babalar, vaadlerini tutmadıkları için ahlaksızdır.

Sahte raporlarla, yalanlarla işlerini vazifelerini aksatan memurlar ahlaksızdır.

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) münafığın üç alameti olduğunu bildirmiştir.

Birincisi: Konuşursa yalan söyler.

İkincisi: Söz verirse sözünü tutmaz.

Üçüncüsü: Kendisine bir emanet verilirse o emanete hıyanet eder. (Emanet nedir?.. Makamlar mevkiler işler vazifeler müdürlükler şeflikler memurluklar hizmetler…)

Ahlakın ıslahı işine önce aile içinde başlatılmalıdır.

Bütün okullarda etkili ve ciddî ahlak ve karakter terbiyesi verilmelidir.

Dünyada çeşitli ahlak sistemleri vardır. Bizim ülkemiz ancak İslam ahlakı ile düzelir, paklanır.

Çağdaş Avrupa ahlakın temel değerlerinden iffeti kaldırmıştır. Biz de onların peşinden giderek Ceza Kanunundan zina suçunu kaldırdık.

Allahın, Peygamberin (Salat ve selam olsun ona), Kur’anın, Sünnetin, Şeriatin, İslam ahlakının; kötü, günah, suç saydığı bir işi mübah hale getirmek bu memleketin, bu toplumun yıkımına, çöküşüne sebep olur.

İslam ahlakında memduh=övülen ve mezmum=kötülenen huylar vardır.

Laik Batı ahlakının, bunlara aykırı ölçüleri bizi bağlamaz.

İslam dininin temel ölçülerinden biri de helal ve haram kavramlarıdır.

Şu husus da belirtmek gerekir ki, bazı gayr-i müslim ülkelerde, bizdekinden daha fazla İslam ahlakı vardır.

2013 yılı dünya şeffaflık ve temizlik birincisi iki gayr-i müslim ülkedir. Danimarka ve Yeni Zelanda (İkisi de 10 üzerinden, 9 küsur aynı notu almıştır.)

İslam ülkeleri şeffaflık ve temizlik konusunda geçerli nota sahip değildir. Türkiye’nin notu 10 üzerinden 5’tir ve bu not bizi kurtarmaz.

Yalan söyleyen Müslüman ahlaksız bir Müslümandır… Sözünü tutmayan Müslüman ahlaksızdır… Emanetlere hıyanet eden de…

Taqiyye ve kitman yaparak din kardeşlerini aldatanlara ahlaklı Müslümanlar diyecek halimiz yoktur.

Hem zâhiren dindar görünüyor, namazını kılıyor, hem de haram yiyor. Böyleleri ahlaksızdır.

Başkalarının karılarına, kızlarına, annelerine şehvetle bakan, fırsat bulunca zina edenler sadece ahlaksız değil, katmerli muzaaf ahlaksızdır.

Laik ahlaka göre mübah ve faydalı olan faiz İslam ahlakına göre, anasıyla zina etmek kadar büyük, iğrenç ve çirkin bir günahtır.

Devamlı yalan söylemek bağımsızlık yapar.

Devletin verdiği makam otomobilini özel işlerinde kullanmak ahlaksızlıktır. tekrar ediyorum ahlaksızlıktır.

Müslüman memur ve işçi, mesai saatlerinde kıldığı namazların bile vaktini hesaplayıp telafi etmekle mükelleftir.

Ekmek ve yemek israfı ahlaksızlıktır. Günde beş milyon ekmeğin çöpe atıldığı bir ülkeye ahlaklı bir ülke demek mümkün müdür?

Askerî darbe yapmak büyük ahlaksızlıktır.

Sivil darbe ondan daha büyük ahlaksızlıktır.

Adalet ve insaf İslamın temel emir ve değerlerindendir. Zulm ve insafsızlık etmek ahlaksızlıktır.

Piknik yapmanın bile ahlakı vardır. Kırsal kesime gidersin, bir ağacın gölgesinde mâ-âile yer içersin, ayrılırken en küçük çöp bile bırakmazsın, kağıt parçalarını, kavun karpuz kabuklarını, şişeleri, başka süprüntüleri poşete koyup çöp bidonuna atarsın. Piknik yaptıkları yeri çöplük gibi bırakanlar ahlaksız, alçak ve faziletsiz kimselerdir.

Geçen yıllarda gördük, Büyük Millet Meclisi çatısı altında bile âdî kavgalar yapıldı, sinli kefli küfürler edildi.

Birkaç ay oldu, Kayseri’de 17 yaşında bir öğrenci sokakta, namaza giden öğretmenine bir yumruk attı, adamcağız yere düştü, başı taşa çarptı, ameliyat edildi, on bir gün hastahanede inledikten sonra can verdi. Bir genç öğretmenine bunu yapabiliyorsa o ülke batmış demektir.

Okullarda uyuşturucu kullanma yaşı 9’a düşmüş!

Gıda maddelerindeki ve içeceklerdeki sahtekarlıkların haddi hesabı yok.

Yeşilliklere, ormanlarda, göllere düşman rantçılar ahlaklı kimseler midir, ahlaksız mı?

Bu memlekette ahlak ve hukuk olsaydı, beş yüz milyar dolar (belki de daha fazla) kara, haram, necis, pis para birikimi olur muydu?

Somada yaşanan facia sadece teknik bir facia mıdır, yoksa bir ahlak faciası mıdır?

Dedikodu, tecessüs ve gıybet korkunç boyutlara ulaşmıştır.

Büyük şehirlerde uyuşturucu parklarda satılıp içiliyor. Uçan kuşu, gecenin üçünde karşıdan karşıya geçen kediyi dijital kameralarla gören ve kaydeden devlet bu uyuşturucu işini niçin göremiyor?

Memleket çapında yapılması gereken ahlak seferberliğinde en büyük vazife Diyanete düşmektedir. Diyanet sorumluları bu vazifelerini yapmazlarsa vebal altında kalırlar.

Mehmet Şevket EYGİ 

Milli Gazete

Bizi Koruyan Ay

Oruç ayı geliyor. Oruç, içimizin ve dışımızın her türlü kötüden ve kötülüklerden uruc etme/yükselme ve uzaklaşma ayıdır.

Midemizi yemekten ve içmekten uzak tuttuğumuz gibi, nefsimizi şehevi arzulardan ayırdığımız gibi, kalbimizi ve ruhumuzu da manevi pisliklerden yani yalandan, gıybetten, iftiradan, cimrilikten, korkaklıktan, kıskançlıktan, hasetten ve diğer kötülüklerden uzak tutma ayıdır.

“Ey iman edenler, oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi, (Al¬lah’tan) sakı¬nasınız diye size de farz kalındı.” (Bakara süresi ayet 183) ayetinde Rabbimiz, Allah’ın sevgisini yitirmemek için yapılacak çalışmalardan birinin Ramazan orucu olduğuna dikkatimizi çekiyor.

“Sakınasınız” diye terceme edilen “Tettekun” fiilinin/yükleminin mefulü/Tümlecini ayette açıklamamış.

Onun için ilk başta Allah’tan sakınasınız, bedeninizin işleyeceği kötülüklerden sakınasınız, emredilen oruca saygısızlık etmekten sakınasınız, gönlünüzün inkârla, kirlenmesinden sakınasınız gibi manalar verilmiştir.

Hepsi de doğrudur.

“Allah’tan sakınasınız” bölümü bunların hepsini içine alır.

Bir ömür boyu aldığımız her nefesi bize parasız veren Rabbimizin her saniye ve salisede kanımızı damarlarımızda dolaştırmasına kanıksadığımız için bazıları Rabbimize şükretmeyi hatırına getirmez.

Başı ağrıdığında baş ağrısını dindiren doktora teşekkür eder ama elli yıldır başını sağlıkla yaşamını sürdüren Rabbini bazıları hatırlamaz.

Aldığı nefesin değerini nefes alamaz hale gelince anlar.

Suyun değerini oruç tutunca anlar ve suyun tadına varır.

Yemenin ne olduğunu İftar sofrasında anlar ve yediklerinin gerçek tadına varır.

Tadın yalnız yiyecekte değil yiyenle yiyeceğin birleşmesinde olduğunu anlar.

Yiyeni de yenileni de kimse yaratamadığına göre Yaratanı hatırlar.

Yemekten sonra Sevgili Peygamberimizin okuduğu “El-hamdü lillahillezi edamena, ve sekana, ve cealena minel Müslimin/ Bizi doyuran, sulayan ve bizi Müslümanlardan kılan Allah’a hamdolsun” duası, doyuranın da sulayanın da Allah olduğunu hatırlatır.

Yani, doyuran şey ekmek değildir, sulayan da su değildir.

Yemeğe ve suya bu özelliği veren Allah’tır.

Türkiye’de ve dünyada güvenlik isteyen her parti, sivil toplum kuruluşu, vakıf, dernek ve şahısların tamamı eğer güven içinde yaşamak isterlerse hemen bugünden itibaren Ramazan’ın ilk gününe kadar çalışmaya başlasınlar ve geçen sene mazeretsiz oruç tutmayan bir arkadaşını, meslektaşını, kardeşini... bir şekilde oruç tutmaya ikna etsin.

“Orucun, güvenliğe etkisi ne olabilir?” diye aklınızdan geçerse hemen ilk polis karakoluna gidiniz ve bir sene içinde en az hangi ayda suç işlenmiş, hangi günde en az suç işlenmiş dosyalarına bakıversinler.

Ben baktırdım, günlerden Cuma günü, aylardan Ramazan ayı en az suç işlenen vakitlermiş.

Mahmut Toptaş

Milli Gazeteden ALINTIDIR. 

22 Haziran 2014

BESMELE-İ ŞERÎFENİN FAZÎLETİ

Kıyâmet günü ameller tartılınca Muhammed Mustafa (s.a.v.) ümmetinin namazlarının her bir rek'atı diğer ümmetlerin bin rek'atına denk gelecektir. Buna hayret eden diğer ümmetler sebebini soracaklar, onlara "Onlar namazlarında besmele okurlardı." diye cevap verilecektir.

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

•   "Kim Besmeleyi okursa Allâhü Teâlâ her bir harfi için ona dört bin sevap yazar ve onun dört bin günahını siler, derecesini dört bin derece yükseltir."

•  "Allâhü Teâlâ'nın cennette yarattığı bir köşk vardır, ona Dâru'n-nûr denir. Allâhü Teâlâ'nın içindeki her şeyi nurdan yarattığı bu köşk havada olup yolu yoktur.

"Ya Resûlallah! O köşke nasıl çıkılır?" diye sorulunca Resûl-i Ekrem (s.a.v),

"Oraya çıkacak olanlar besmele okuyunca köşke uçarak çıkarlar" buyurmuştur.

KÖYLÜMÜZ HASTA

İhsan PEKER abimizin oğlu Mustafa, geçirdiği ufak bir kaza sonucu Eski Araşt. Hastanesi ortopedi servisi 4.kat 410 numarada yatmaktadır. RABBİM beterinden saklasın.
Kaynak: Mahmut POLAT

21 Haziran 2014

Allah’ı (t)anıyor musunuz?

Kul, Allah’ın isim ve sıfatlarını öğrenerek Allah’ı (C.C.) tanır. Tanıyınca da O’nu sever, böylece gerçek kul olur. Biz, Allah’ın zatını ve mahiyetini bilemediğimiz ve kavrayamadığımız için O’nu isim ve sıfatlarıyla tanırız. Bu isim ve sıfatlarıyla dilimiz, kalbimiz ve bütün uzuvlarımızla anarak zikrederiz. Bununla beraber asıl zikir amellerimizi O’nun kurallarıyla şekillendirmek olduğu şuuruyla yaşarız.

Anmak, zikretmek, hatırlamak demek, Allah’ı dil ve kalp ile yâd etmek ve hayatı duyarak yaşayıp hemen hemen her nesneden Allah’a ait bir mesaj almak demektir. Asıl olan kalp ve kalbe bağlı bütün duyguların bu anmaya bağlanmasıdır.

Zikirden kastedilen anma, unutan bir kimsenin hatırlaması, hatırlamanın da sürekli olması ve bunun insan tabiatının bir yanı haline gelmesi gerekmektedir. Bu bakış açısıyla ifade etmemiz gerekirse namaz, oruç, hac, zekât, tefekkür, tezekkür ve teşekkür (şükür) etmek de birer zikirdir.

Biz Allah’ı kesinlikle isim ve sıfatlarını öğrenerek tanıyacağız. Diğer taraftan da: “Anın beni ki, anayım sizi” (Bakara Suresi, ayet: 152) ayetiyle emir buyrulduğu gibi biz, Allah’ı zikrimiz, tefekkürümüz, şükrümüz ve ibadetlerimizle anacağız. Allah (C.C.) da bizi lütuf, ikram ve ihsanlarıyla anacak. Böyle yaparsak Allah (C.C.) bizlere lütuflar ve ihsanlar yağdırır. Biz dünyevi işlerimiz arasında Allah’ı unutmayacağız/anacağız ki, o zaman Allah bizi ikramlarıyla şereflendirir. Biz rahat olduğumuz zaman Allah’ı dilimizden düşürmez, kalbimizle anarsak, Allah (C.C.) da rahatımızı kaçıran hadiseler karşısında rahmet bulutlarını üzerimize gönderir.

Allah (C.C.) Kur’an-ı Kerim’de, “Beni anmak için namaz kıl” (Tâhâ Suresi, ayet: 14) buyurmuştur. Bu, Allah’ı anmanın bir yolu olarak bildirilmiştir.

“… İyilikler kötülükleri giderir. İşte bu Allah’ı ananlar için bir hatırlatmadır. …” (Hûd Suresi, ayet: 114). Bu ayette namazın hatırlatıcı gücüne dikkatlerimiz çekilmiştir.

Allah’ı anmanın/zikretmenin belirli bir zamanı/vakti yoktur. Buyrulur ki: “Onlar (müminler) Allah’ı ayakta, oturarak, hatta yan gelip yatarken de anarlar…” (Âl-i İmran Suresi, âyet: 191). Bu âyet, Allah’ı anmanın bir engeli olmadığını ifade eder.

Şu ayet de Müslümanlara Allah’ı (C.C.) anmak konusunda açık bir emirdir. Buyrulur ki: “Ey iman edenler! Allah’ı sık sık anın, çok zikredin. Sabah, akşam takdis (her hususta noksansız) ve tenzih (kusursuz olduğunu ikrar) edin…” (Ahzab Suresi, ayet: 41–42)

Bu ayetlerle biz müminlere bir hedef işaret edilmiştir. O’nu gücümüz yettiğince anmaya/zikretmeye gayret edeceğiz. Biraz önce ifade ettiğimiz Âl-i İmran Suresi, 191’inci âyeti amellerimizle Rabbimizi nasıl anmamız gerektiğini bizim özelliğimiz olarak açıkça belirtmiştir. Böyle olursa Allah’ı (C.C.) anmadığınız bir an bile olmaz.

İbrahim Suresi 34’üncü ayetinde de: “Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız asla sayamazsınız” buyrulmuştur. Her nimet için iki şükür gerekir. Ne kadar ansak ve şükretsek gereğini yerine getiremeyiz. Allah’ın nimetlerine karşı kör ve nankör olanlar dünyada da ahirette de helâkten kurtulamazlar.

Allah’ı anmamız sürekli olmalı ve bu, bizim tabiatımızın bir yanı haline gelmelidir. Böyle olursa O’nu anmış sayılırız ve O’nun tarafından da anılanlar arasına girmiş oluruz.

Milli Gazete

19 Haziran 2014

Ekmeleddin İhsanoğlu Üzerine

Okuyacağınız makalemi 29.07.2013 tarihinde “Korku İmparatorluğu” başlığı altında yayınlamıştım.

CHP ve MHP’nin Cumhurbaşkanlığı adaylığı için Ekmeleddin Bey üzerinde anlaşmaları iki taraf için de olumlu gelişmelerin habercisi olduğu için sevindim.

05.05.2014 tarihli yazımda 550 milletvekili İslamcı olduğu gün “CUMHURBAŞKANI KİM OLURSA OLSUN” başlıklı bir makalem yayınlanmıştı.

Siz, İslami eğitime ağırlık verin. Matematiğin, fiziğin, kimyanın, deniz bilimlerinin, uzay bilimlerinin kanunlarını Allah koyduğuna göre Allah’ın yarattığı tabiat ile indirdiği şeriat eğitimine ağırlık verin gerisini Allah’a havale edin. Buyurun makaleyi okuyun:

“Gönenli Mehmet Efendi merhum, Sultanahmet Camii’nde öğle namazını kıldırdıktan sonra üç arkadaşımla beraber müezzin mahfilinin altında bize bir zamanlar Müslümanlara yapılan zulümlerden bazılarını anlatmaya başladı.

Cami çok sakin, yanında üçümüzden başka kimse yok.

Şimdi yurt dışında görev yapan arkadaşım Mehmet’e işaret ederek fil ayağı direğin arkasında dinleyen olup olmadığını araştırmasını istedi.

Mehmet, direğin etrafında dolaştı geldi ve işaretle kimsenin olmadığını bildirince o konuşmaya devam etti.

Merhum Abdürrahman Gürses hoca efendinin en yakınında yıllarca duran dostlarımdan birine, `Menemen olayının iç yüzünü hiç anlattı mı?’ diye sorduğumda, `Sohbet esnasında o konuya kim girerse girsin hoca efendi ağzını kapatır tek kelime söylemezdi’ dedi.

12 Eylül’de iki yıl işkence gören bir Akıncı, tahliye olunca yaşadığı şehre gittim ve geçmiş olsun diyecektim.

Ama o, benden önce davrandı ve beni görünce, `Mahmut hoca, bundan sonra yedi yaşın üzerindekilere konuşma. 12 Eylül’ü yaşayanlarda hayır kalmadı, yaşamayıp da haberlerini alanlarda yürek kalmadı. Yedi yaşın altında olanlara çalış bundan sonra’ demişti.

Mısır’da hırsıza kabahat bulmayan, ev sahibini suçlayan, hırsız çetesiyle görüşerek meşrulaştıran Ekmeleddin İhsanoğlu’na yönelik suçlamaları uygun görmedim ben.

Mısır’daki evlerinde hep Türkiye’deki baskıların konuşulduğu bir ortamda yetişen insanın durumu bundan başkası olmaz.

Okulda, çarşıda, pazarda konuşmalarına dikkat etmeye başlar.

Doktora tezinde, dünyanın öbür tarafındaki bir diğer zalimi rahatsız edecek kelimelerden kaçınır.

Örnek mi istiyorsunuz, buyurun, 2004 yılında Hürriyet gazetesinde yayınlanan röportajında Yener Süsoy’a evliliğini anlatırken: `Prof. Dr. Emin Bilgiç’in kızı, AP’nin unutulmaz `Koca Reis’i Sadettin Bilgiç’in yeğeni Füsun Hanım’la tanıştık. O Füsun Hanım ki, on parmağında on marifet, güler yüzlü, tatlı dilli, mütevazı, başı örtülü değil’ diyor ve ‘bin yıl süreceğine’ inandığı darbenin sahiplerine hanımının başının açıklığını özellikle vurguluyor.

Aynı röportajda İmam-Hatipler ve başörtüsü konusunda da açıklama yapıyor ve diyor: `Bilhassa 1980’li yıllarda çok sayıda imam hatip okulu açıldı, doğru yapılmadı. Dünyanın her yerinde paralel okullar var, İslam’da kilise gibi resmi hiyerarşik bir yapı olmadığı için mukayeseler farklı olabilir.

Mesela değişik dinlerde, değişik isimler altında kilise mektepleri vardır. Bizde de bu şekil aldı. Şunu da görmek lazım, toplum içinde bu tür eğitime önem veren bir kesim de var.

Bu konulara horoz dövüşü içinde değil, kutuplaşmaya, suçlamaya gitmeden sakin havada bakmak lazım. Türban meselesini çeke çeke bir düğüm haline getirdik. Hâlbuki bu iş karşılıklı bağnazlığa girmeden çözülebilirdi, enerjimizi iç kavgada tüketiyoruz.’

Ben, bu sözlerinden dolayı suçlamıyorum.

Bu türden zor günler geçirmiş insanlarımızın ilminden yararlanmalı hiçbir etkin makama getirilmemeli.

Konya’da okuduğum 1975–79 yılları arasında ilminden yararlanmak için Cumartesi-Pazar günleri evine gittiğim Konya vaizi, Bozkırlı Mustafa Efendi diye meşhur Mustafa Parlaktürk hoca efendiden yararlanmaya çalışırken siyasetin s harfini bile ağzımdan çıkarmazdım.

Çünkü o bu konuda hiç konuşmazdı.

Birçok hocanın şehrin meydanında asılmış halini görmüş insanlardı bunlar.

Eski anlı şanlı komünistlerin, şimdilerde kapitalistlerin dolarını sayması, güzellerini soyması da bu korkudan gelir.

Sevgili Peygamberimiz, kendisine yapılan hiçbir zulmü kendisi anlatmamıştır.

Siz de yapılan işkenceleri anlatarak taze yüreklere korku salmayın.

`Allahü Ekber / En büyük Allah’tır’ dedikten sonra hiçbir zalim devleti gözünüzde ve gözlerinde büyütmeyin.

Hedefe hep Rabbin rızasını ve cennetini koyun.

Servet, şöhret ve şehvetin gayr-i meşrusundan uzak durun ve uzak tutun.

Dünyanın öbür ucundaki insanın haklı davasının yanında durarak insanlıktan çıkmamaya çalışın.

`Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim’ diye terceme edilen Hadid süresinin 57’inci ayetine göre hazırlayalım kendimizi ve ilmi yüksek yaşlılardan ilim aldıktan sonra heyecanlı gençlerle de oturup ölmüş heyecanlarımıza can verelim.

Rabbimiz, Kur’an’ında hep iki kardeş ve peygamber olan Musa ile Harun aleyhisselamların Firavun’un zulüm saltanatına son verdiğinden haber verirken bize hep umut aşılıyor.

Korku insanın ruhunda ve genlerinde vardır.

Her şeyden korkmak yerine her şeyi yaratanda korkuyu yenmek en kestirme yoldur.

Rabbimiz buyurur: `İnsanlardan korkmayın Benden korkun. Azıcık para karşılığında ayetlerimi satmayın. Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir’ (Maide süresi ayet 44).”

Milli Gazete

Mahmut Toptaş

İFTAR VE SAHURDA YEMEK

Ramazan ayının yaz aylarına geldiği sıcak günlerde sahurda ve iftarda alınan gıdalara ve gündüz güneş altında ve hareketsiz kalmamaya dikkat edilmelidir.

Sahurda sütlü veya sulu çorbalar; zeytinyağlı sebze yemekleri veya salatalar; haşlanmış yumurta, yoğurt, süt ve peynir gibi yiyecekler ile mevsim sebze ve meyveleri; buğday ekmeği ve bulgur pilavı gibi lişi gıdalar tercih edilmelidir.

Sahurda ağır ve yağlı yemekler yemek hazım güçlüğüne ve mide rahatsızlığına sebep olur. Sucuk, salam ve sosis gibi baharatlı ve yağlı yiyecekler vücuda ağır gelir ve daha fazla susatır. Yağlı yiyecekler reşü, hazımsızlık, kabızlık şikâyetlerini artırır.

Reşü ve gaz sıkıntısına yol açmamak için sahurdan sonra hemen yatmamalıdır.

Erken saatlerde acıkmaya sebep olacağından tatlı ve şekerli gıdaları akşam yemek daha uygundur.

İftarda kızartma ve kavurma yerine; haşlama, ızgara, buğulama veya fırında pişirme tercih edilmelidir.

Kabızlığı önlemek için günde üç, dört kuru kayısı, incir veya erik yenmeli veya komposto alınmalıdır.

Kalorisi düşük ancak gıda değeri yüksek sütlü ve meyveli tatlılar tercih edilmelidir.

İftarda yemekten önce veya yemek esnasında su az içilir; iftarla sahur arasında bol su içilebilir.

18 Haziran 2014

Dikkat bu bir çığlıktır: BİZİ EVLENDİRİN!

Biz de büyüklere bu sorumluluklarını hatırlatmak istiyoruz. Gençlerin dilinden:“Bizi evlendirin, engel çıkarmayın; işin olsun, evin olsun, araban olsun, mobilyaların eksik, daha vaktin var gibi mazeretlere sığınmayın, Allah’ın fazlı ile bizi zenginleştireceğini unutmayın...”

EVLİLİK NEDEN?

Yalnızlık Allah’a mahsus der eskiler, doğrudur. İnsan eş ister, eşe ihtiyaç duyar. Fıtratında vardır bu ihtiyaç. Ruhunun da ihtiyacı vardır, bedeninin de. Bu ihtiyacı karşılamanın en doğal ve doğru yolu evliliktir. Dolayısıyla evliliği geciktirmek insanın doğasındaki en temel ihtiyaçlardan birini yok saymaktır. Ancak bir ihtiyacı yok saymak o ihtiyacın karşılandığı anlamına gelmez. O ihtiyaç karşılanmadığı sürece de bir insandan ihtiyacını karşılamış gibi davranmasını beklemek nafiledir. Evliliğini geciktiren insan yarımdır, tam gibi hareket edemez. Ancak eş insanı tamamlar, tam bir insan yapar.

Evlilik üzerine gerek ülkemizde, gerekse dünyada yapılan istatistikler evliliğin yaşının her geçen gün daha geç yaşlara bırakıldığını, evliliğin çeşitli sebeplerle geciktirildiğini söylüyor. Aynı istatistikler boşanma oranlarının da ciddi anlamda arttığını gösteriyor. Bu iki istatistik yan yana koyulduğunda çok net görünen bir bağlantı var: Geç evliliklerin boşanmayla sonuçlanması daha muhtemeldir. Nitekim bu bağlantıdan yola çıkarak evlilik ve boşanma üzerine yapılan çok sayıda araştırmanın ortak bulgusu; zamanında yapılmış evliliklerin geç evliliklere oranla kesinlikle daha uzun sürdüğünü ve boşanmayla sonuçlanmadığıdır.

Peki bütün bunlara rağmen evlilikler neden geciktiriliyor?

NEDEN GECİKTİRİLİYOR?

Evliliklerin geciktirilmesinin sebepleri fiziksel ya da psikolojik olmaktan çok toplumsal sebeplere dayanıyor. Özellikle yakın zamanlarda toplum gençlerin önüne en temel hedef olarak diploma ve iş sahibi olmayı koyuyor. Diploma ve iş sahibi olmadan evlenmeye ne kız tarafı ne erkek tarafı sıcak bakıyor. Evliliği ister istemez geciktiren bu durum esasında diploma ve işin evlilikten daha önemli olduğuna dair gizli bir anlayışı da içinde saklıyor. Bu mesajı ister istemez alan gençler de mesajın gereğini yapıp eşlerine kendi insani özelliklerinden ziyade diplomalarına göre değer biçiyorlar. Diğer taraftan ise iş ve evlilik herhangi bir sebeple karşı karşıya geldiğinde işi tercih ediyor, fedakarlığını, emeğini, sabrını evliliğinden çok işine yapıyor. Sonrasında evlilik yürümediğinde ise insanlar küçük sebeplerin peşine düşüyor ancak temelde birbirlerine iş kadar, diploma kadar değer vermediklerini, ilgi, sevgi ve tahammül göstermediklerini fark edemiyorlar. Halbuki evlilik değeri ne işle ne diplomayla kıyaslanmayacak kadar önemlidir. İşler başlar işler biter ancak evlilikler bitmesin için başlar. Diplomada ise maksat eğitimse evlilikle beraber de eğitim devam eder hem de evliliğin getirdiği zihin ve ruh rahatlığıyla çok daha verimli devam eder.

Evliliklerin geciktirilmesinin bir diğer sebebi evlenmenin, “ev”lenmek olarak kelime manasıyla anlaşılmasıdır. Yani tam bir evi donatmaya yetecek imkâna erişmeden, müstakil bir evi döndürecek işe ve maaşa sahip olmadan ve oldukça masraflı bir düğün/nikâh yapmadan evlilik yapmanın her iki taraf için de imkansız görünmesidir.

Hâlbuki ev donatmak için mecbur görünen o uzun listedeki çeyizinden mobilyasına, ev eşyasından kocaman vitrinlerine her şey bir insanın uzun yıllar birikim sonucu olarak sahip olabileceği imkanlardır. Herhangi bir şekilde babanın böyle bir imkanı veya birikimi yoksa evlilik o imkanlar olana kadar imkansız görünmektedir.

Öte yandan gencin ya da gençlerin müstakil bir evi döndürecek işe sahip olması bekleniyor. Kirasından, elektrik, doğalgaz, su, telefon ve internet faturalarına, mutfak masrafına kadar kariyerinin başında ya da henüz çalışmaya başlamamış bir gencin altından kalkamayacağı kadar ağır bir yük yükleniyor. Gençlerden birinin ailesiyle aynı evde oturmak, beraber yaşamak ve masrafları azaltmak ise uzayda daire tutmak gibi garip karşılanıyor. Bir şekilde bunu deneyenler ise küçük beklentilerin yarattığı büyük hayal kırıklıkları sebebiyle çok sıkıntılar yaşıyorlar. Kayınpeder ve kayınvalidenin hizmet ve hürmet beklentileri, gelin ve damadın takdir ve anlayış beklentileri bir türlü yeteri kadar karşılanmadığı için beraber yaşama acı tecrübelerin ardından sonlanmak zorunda kalıyor.

Bütün bunlardan önce ise düğün meselesi evliliği olduğundan zor yapan önemli faktörlerden bir tanesi. Gelinliğiydi, fotoğrafçısıydı, gelin arabasıydı, kuaförüydü derken ortaya çıkan rakam mütevazı bir evi döşemeyle aynı hesaba denk geliyor. Evlenmeden önce gençler sabırlarını ve tahammüllerini evlilik öncesi hazırlıklara harcadığından evliliğin ilk günlerinin olmazsa olmazı sabır ve tahammül olmadan evliliğe başlayıp, ilk günlerde sonrasında yıllarca hatırlanıp evliliği şekillendirecek yanlış sözler söyleyip, yanlış davranışlarda bulunuyorlar.

Evliliği geciktirmenin bir diğer önemli sebebi olan doğru insanı bulma meselesi ise bir başka imkansızı istemedir. Çünkü doğru insan bulunmaz doğru insan olunur. Evlilik insanı değiştiren, umulur ki geliştiren bir süreçtir. Dolayısıyla evlenen insan eşinin ve evliliğin etkisiyle doğru ya da yanlış insan olur. Evlilik ve eşlerle ilgili aşk filmlerinden devşirilmiş beklentilere sahip olmak yorucu, üzücü ve nafile bir süreci beraberinde getirir. Hem evlenilecek eşi bu tür kriterlere göre arayarak zaman kaybedilir hem de evlilik sürecinde bu tür kriterler aranırsa hayal kırıklıkları yaşanır. İdeal olan eşlerin temel bir uyumu paylaştıktan sonraki süreçte birbirlerinin ihtiyaç ve ilgilerine duyarlı olarak hem kendilerini hem de eşlerini kırmadan incitmeden şekillendirmeleridir.

GECİKİNCE NE OLUYOR?

Evliliği geciktirmek insanın fiziksel ve ruhsal anlamda ciddi gerilimler yaşamasına sebep olur. Çünkü temel bir ihtiyaç göz ardı ediliyor hatta yok sayılıyordur. Evliliği geciktirenlerin söz konusu fiziksel ve ruhsal ihtiyaçlarını karşılamak için başvurdukları evlilik harici her yol bir hastalığı veya bir bağımlılığı ya da ahlak sınırlarının zorlandığı davranış problemlerini beraberinde getirebilmektedir. Evlilik öncesinde evliliğin geciktirilmesi sebebiyle başlayan bütün bu sorunlar genellikle evlilik gerçekleşse bile devam etme potansiyeline sahiptir.

Diğer yandan evlilik geciktirildikçe eşlerin birbirlerinden beklentileri artmakta, karşılanması çok zor hatta imkansız noktalara ulaşmaktadır. Bu noktaya geldiğinde ise yaşanan mutlak hayal kırıklıkları ve onu takip eden mutsuzluklardır.

Son olarak da evlilik geciktirildikçe çocuk sahibi olmak ve çocuk yetiştirmek zorlaşmaktadır. Evliliğini geciktirenler istedikleri kadar çocuk sahibi olamamakta ve çocuklarını doğru bir şekilde yetiştirmek için gerekli olan zamanı, sabrı ve enerjiyi bulamamaktadırlar.

Evlilik insan hayatında diploma, kariyer, toplumun beklentileri vs. gibi sebeplerle geciktirilmeyecek kadar önemli bir dönüm noktasıdır. Her ne sebeple olursa olsun geciktirilmiş bir evlilik hiçbir zaman vaktinde yapılmış bir evliliğin yerini tutmayacaktır. İnsan hayatında diplomanın, kariyerin, toplumun beklentilerinin ulaşamadığı, ancak ve ancak bir eşin ulaşabildiği yerler ve zamanlar vardır. O yerlere ve zamanlara ulaşarak kişiye şifa olan o yegâne insanı geciktirmek bir insana yapılabilecek herhalde en büyük kötülüklerden biridir. Bu kötülüğü de her ne sebeple olursa olsun insan kendisine de çocuklarına da yapmamalıdır.

MEHMET DİNÇ / GENÇ DERGİ

AHİRETE KURU KURUYA İNANMAK

Allahü Teala Kur’anda bildirmiş, Resulü Muhbir-i Sâdık Muhammed Mustafa (Salat ve selam olsun ona) haber vermiş, on dört asırdır gelip geçen alimler, sâlihler, bilgeler uyarmış; bu dünya hayatından sonra âhiret denilen bir alem vardır. Ölümle varlık bitmez, ölen kişi bir alemden ötekine geçer. Berzah aleminde saadet veya azap vardır. Kıyamet koptuktan sonra insanlar tekrar diriltilecektir. Ulu ve âdil bir Mahkeme-i Kübrada hesap vereceklerdir. Cennet ve Cehennem vardır. Mü’minler için ebedî mutluluk ve müşrikler kafirler için ebedî azap vardır.

Her Müslümanda âhiret, hesap kitap, Cennet Cehennem, azab saadet inancı, kavramı bulunmalıdır.

Müslüman bu inancı bir an bile hatırından çıkartmamalıdır.

Dünyada sapıklıklardın, kötülüklerin, zulümlerin azalması için âhiret inancının canlı olması gerekir.

Âhirete kuru kuruya inandım diyor ama İslamın, Kur’anın, Şeriatın yasakladığı her kötülüğü yapıyor, her haltı yiyor. Onun âhiret inancı kalpte değil, laftadır. Yürekten inansaydı bu kadar kötülük yapamaz, isyan edemezdi.

Âhirete inanan ve iyi din eğitimi görmüş bir Müslüman burnunu sildiği kağıt mendili yola atmaz.

Doyduktan sonra yemeye devam etmez.

Başkasının karısına, kızına, eşine şehvetle bakmaz.

Zina etmez… Riba yemez… Haram gelir elde etmez…

Gurura, kibre kapılmaz; benliğinin esiri olmaz, yularını şeytanın eline vermez.

Âhirete inanan kimse insanların kurdu olmaz, meleği olur.

Şu rüşvet alan sözde Müslümanlara bakınız, onlar âhirete yürekten inansalardı hiç rüşvet alırlar mıydı?

Hem âhirete, hesaba kitaba, Cennete ve Cehenneme iman etmiş, hem de haram rantlarla efsanevî servetler edinmiş… Bu iki şey bir arada olur mu?

Akıllı birine şöyle bir teklif yapsalar:

On adet külçe altın var, her biri onar kilodan yekunu yüz kilo.

Bunları sana vereceğiz ama bir kusurları var. Hepsinde ağır ve çok tehlikeli miktarda radyasyon bulunuyor…

Akıllı adam hiç bunları alır mı? Radyasyon lafını duyar duymaz kaçar oradan.

İşte haram gelirler, haram servetler böyledir.

Riba kazançları böyledir.

Rüşvetle oluşan zenginlikler böyledir.

Zulüm ve sömürü ile elde edilen kazançlar hep böyledir.

Âhirete iman eden Müslüman bunlara yaklaşmaz, bunlardan kaçar.

İslamda kul hakkı kavramı, konusu vardır. Kul hakkı çok ağır bir yüktür ve âhirete iman eden Müslüman bu hakların altında kalmamak için çok dikkat eder.

İslamda kesin helaller ve kesin haramlar vardır. Bir de şüpheliler vardır. Mü’min bu şüphelilerden uzak durur.

Dinimiz bize “Helalin hesabı, haramın azabı vardır” diyor.

Mahkeme-i Kübrada, boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan alınacaktır.

Soma maden faciasında 300 küsur madenci vatandaşımızı ihmal yüzünden kaybettik. Gerekli güvenlik tedbirleri alınsaydı, kanun ve nizamlara uyulsaydı, teftişler doğru dürüst yapılsaydı, 300 değil, beş kişi ölecekti. İşte bu ihmaller yarın âhirette Mahkeme-i Kübrada sorulacaktır.

Gözleri haram para ve kazanç hırsıyla dönmüş kuduz rantçıları dünya adaleti cezalandırıyor mu? Onları engelliyor mu?...

Yarın Ulu Mahkemede hepsi muhakeme edilip cezalandırılacaktır.

İslam bize haber veriyor: Allahü Teala dilerse kendi hukukunu afveder ama kul hakkını afvetmez, üzerinde kul hakkı olanların gidip helallik alması gerekir…

Birinin senin üzerinde hakkı kalmış, o ölmüş, varislerini de bilmiyorsun, ne yapacaksın? Kaç lira ise âdilâne hesaplayıp o zat adına, hakkeden gerçek fakirlere yardım edeceksin.

Arabanı park ederken yandaki otomobile çarptın, ne yapacaksın?.. Hemen onun camına kartını koyacak, özür dilerim bir hata yaptım, görüşelim, zararınızı ödeyeyim, beni afvediniz diye yazacaksın.

Hakikî mü’min hüsn-i hâtime korkusuyla tirtir titreyen kimsedir.

Nice mü’min var ki, hayatı boyunca bir kere bile hüsn-i hâtime korkusuyla huzursuz olmuyor.

Diyanet İşleri Başkanlığının, camilere kadınlarla doldurmak gibi aykırı faaliyetleri, bid’atleri bırakıp on milyonlarca halka Ehl-i Sünnet ve Cemaat ilmihalini, bu arada âhiret inancının teferruatını, yüreklerde devamlı kalacak şekilde öğretmesi gerekir. Âhirete olan inancını diri tutmaz; Mahkeme-i Kübra, hesap kitab, Cennet Cehennem, saadet ve azab, kul hakkı, haram helal kavramlarının şuuruna sahip olmazsak, ne ferden, ne de Müslüman halk olarak ıslah olabiliriz.

Bendeniz bir Müslümanım. Seher vaktinde ezan okunmaya başladı. Allaha itaatkar isem, O’ndan korkuyorsam, Peygamberin sadık ve vefalı bir bağlısı isem, iyi bir Müslüman olmak istiyorsam ne yapacağım, kalkıp abdest alıp namaz kılacağım. Hem, öyle evde münferiden değil. Şeriatın listesini verdiği yirmi küsur geçerli mazeretim yoksa, camiye gideceğim ve cemaate katılacağım… Her imamın ardında namaz kılınmazmış… Eyvallah, ardında namaz kılınabilecek salih ve düzgün bir imam bulacağım, onun camiine gideceğim.

Çünkü mü’min bir kimseden âhirette sorulacak ilk hesap namaz hesabıdır. Kıldın mı? Doğru dürüst kıldın mı?.. Hür ve mukim bir erkeksen, farzları cemaatle kıldın mı?

Şaşıyorum, İslamcılar bu gibi konular üzerinde niçin durmuyor?

IŞİD Bağdadı alacak mı?.. Herkes bunu konuşuyor. Peki âhirette hesabı sorulacak önemli ve hayatî konuları niçin dile getirmiyoruz?

Milli Gazete

Mehmet Şevket EYGİ 

17 Haziran 2014

BOŞANMALAR ARTIYOR

Aile kurumu çöküyor. Evlenen gençlerin büyük bir kısmı evliliği sürdüremeyip boşanıyor. Evlerimizin işgali aile fertlerinin birbirlerine uzaklaşmalarına ve ayrışmalarına neden oluyor. Aynı mekânda yaşayan anne baba ve çocuklar birbirlerinden uzaklaşıyorlar. 

Yapılan araştırmalara göre boşanma nedenleri şunlar:

1- Eşin ihaneti: Mahremiyetin ortadan kalkması ve kadının cinsel bir obje olarak algılanması ihanet ve gayri meşru ilişkilere zemin hazırlamıştır. İhaneti özgürlük olarak gören insanlar arkada kalanların mağduriyetini göremiyor.

2- İslami hassasiyetin kaybolması: İslami bir hayat nizamı olarak gören ve yaşamının her safhasında Allah’ın rızasını gözeten kişi sadakatinden ödün vermez. İslami hassasiyetin ortadan kalktığı noktada ise kişiyi kötülük yapmaktan alıkoyacak hiçbir engel kalmaz.

3- Kaliteli paylaşımın olmaması: Eşi ve çocukları ile sohbet etmek yerine vaktini televizyon başında ya da kahvede geçiren eş yuvanın dağılmasına zemin hazırlıyor.

4- Alkol kullanımı: Alkol kullanan eşler, şiddete eğilimli hale geliyor. Alkolik koca ailenin huzurunu ortadan kaldırıyor.

5- Beklentilerin yükselmesi: Hayat şartları değiştikçe insanların beklentileri artıyor. Eskiden kıl kanaat geçinebilen aileler bugün az ile iktifa edemiyorlar. Aile fertleri kazançları ile beklentileri arasında bir denge kuramadıklarında ciddi sorunlar ortaya çıkıyor.

6- Gerçek dışı beklentiler: Kadın ya da erkek eşinden gerçekle örtüşmeyecek beklentiler içinde olabiliyor. Beklentilerine ulaşamayan eş bir süre sonra çatışmaya ve ailenin huzurunu ortadan kaldırmaya başlıyor.

7- Kadının çalışması: İş hayatına atılan kadınların büyük bir kısmı eşlerini yol arkadaşı olarak değil rakip olarak görüyorlar. Bu durum iki tarafa da zarar getiriyor ve eşler yollarını ayırmak zorunda kalabiliyorlar.

8- Sorumluluğun tek kişide toplanması: Aileyi koruyan dinamiklerden biri de sorumluluk bilincidir. Eşlerden birinin sorumluluğunu ciddiye almaması diğeri için yorucu olacaktır.

Neler yapılabilir?

Kadın ya da erkek evlendiğinde iki kişilik bir dünyaya açıldığını ve artık ben duygusu ile hareket edemeyeceğini bilmelidir.

Eşler sosyal medyada yazışmak ya da televizyon başında kalmak yerine paylaşımı arttırmalı ve sohbet etmelidirler.

Sorumluluk eşler arasında paylaşılmalıdır.

Kadın ya da erkek karşı cinsle ilişkilerinde Allah’ın koyduğu ölçüleri merkeze almalıdırlar.

Dışarıdan gelen söylentiler ailenin mutluluğunu ortadan kaldırmamalıdır. Eşler birbirlerine güvenmeli, küçük bir sele kapılarak yıkılmamalıdırlar.

Sorunlar aile içinde istişare edilmelidir.

Eşler hiç olmazsa hafta sonları birlikte vakit geçirmeli ve müşterek bir faaliyete katılabilmelidirler.

Kadın ya da erkek birbirlerini değiştirmeye kalkmamalı farklılıklara saygı göstermelidirler.

Erkek eşinin haklarına saygı göstermeli ve ona saygı göstermelidir.

Milli gazeteden ALINTIDIR 

13 Haziran 2014

KÖYLÜMÜZ HASTA

Rebiye AKPINAR gözünden ameliyat olmuştur. Allah cc şifa versin. 

KÖYLÜMÜZ HASTA

Selami Boz kardeşimiz ayak rahatsızlığından dolayı, Bölge Egt. Hastanesi Kalp Damar servisi 1.Kat 65 numarada yatmaktadır. RABBİM şifalar versin.

11 Haziran 2014

SERVETİNİZE GÜVENLİK TAKIYOR MUSUNUZ?

Aklınızı, beden gücünüzü kullanarak tecrübeleriniz doğrultusunda zamanınızı, yani ömrünüzü en iyi şekilde değerlendirmek için çalıştınız.

Hedefinize ulaşamadınız.

Hedefine ulaşan birini tanıyorsanız isterseniz onu bir dinleyiniz.

Dertsiz adam arayan biri üç ay sonra, “Dertsiz adam” diye tanıttıklarını gitmiş ziyaret etmiş, dünyalık isteyeceği hiçbir şey kalmamış gibi gördüğü adama, “Senin de derdin var mı?” demiş.

Baş başa kalmışlar, adamın anlattığı derdi bir dinlemiş ki üç aydır dinlediği dertlerin hepsini toplasanız onunkine denk olmazmış.

Aklınızı iyi değerlendiriniz.

Aklınızı siz yaratmadınız. Öyleyse aklı yaratanın kurallarına uygun olarak aklı kullanırsanız aklınızı gâvurluk hormonundan korumuş olursunuz.

Bedeninizi de siz yaratmadınız.

O zaman bedenimiz de yaratanın kurallarına uyarsa iki dünyada rahat eder.

Zamanımızı da biz yaratmadık.

Zamanımızı da değerlendirmek için yaratanın günlerde, haftalarda, aylarda, senelerde ve ömürde ne yapmamızı istiyorsa onu yapmamız gerekir.

Rabbimizin bize lütfettiği her anımız, 365 günün her saniyesinde aldığımız nefesimiz, bizim olmazsa olmazımızdır.

Nefeslerden keyif almamız ise son nefesimize kadardır.

Kabirde binlerce yıldır yatanlar nefessiz yatarlar.

İşte orada karanlık yerin aydınlığa dönmesi, cennetten bir bahçe olması için aklımızı, bedenimizi ve zamanımızı iyi değerlendirip ahirete de yatırım yapmalıyız.

365 günde her saniyede işlenen iyiliklerin sevabı vardır ama Rabbimiz, bizim daha iyi olmamız için bazı Cuma günü, Kadir Gecesi, Ramazan ayı gibi zamanların sevabını daha fazla vereceğini bildirmiş.

Ramazanın müjdecisi Recep ayı ile Şaban ayıdır.

Bu iki ay, bizi Ramazan ayına hazırlayan aylardır.

Hazreti Aişe anamızdan (Allah ondan razı olsun) rivayet edilen bir hadise göre Sevgili Peygamberimizin, Ramazan ayından başka en fazla oruç tuttuğu ay, Şaban ayı imiş.

12 Haziran 2014 Perşembe gününü Cuma’ya bağlayan gece, Şaban ayının 15’inci gecesidir.

Tirmizi, Nesai, İbni Mace, Ahmet bin Hanbel, Taberani, Beyhaki gibi hadisçilerimizin farklı kelimelerle rivayet ettikleri hadislerin kelimeleri ayrı olsa da mana aynıdır.

Hazreti Ali’nin (Allah ondan razı olsun) rivayet ettiği bir hadiste Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Şaban ayının yarısının gecesi olduğunda gecesini ibadetle, gündüzünü oruçla geçirin.”

Çünkü o gece güneşin batışıyla Allah (rahmetiyle) dünya semasına iner ve şöyle der: “Af isteyen yok mu af edeyim, rızık isteyen yok mu rızık vereyim, hasta yok mu afiyet vereyim... diye tan yeri ağarıncaya kadar devam eder” (İbni Mace, Sünen, K. Salat, hadis no: 1378).

Mübarek gecelerin gündüzü, geceden sonraki gündür.

Yani Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece Şaban ayının 15’inci gecesi olunca Berat Gecesi’nin gündüzü Cuma gecesidir.

Perşembe günü de oruç tutmanızda bir mahzur yoktur.

Bu oruç, farz veya vacip olmadığından tutmayanlara yan gözle bakmayınız.

Tuttuğunuzu ilan etmeyiniz.

Gecede yürekten Allah’tan af talebinde bulununuz.

Dinimize aykırı olmayan her türlü istekte bulununuz.

Geceniz hayırlı, bereketli olsun, iki dünyanız güzel olsun, Allah’ın rahmet denizinde tertemiz olunuz ve temiz kalınız.


Mahmut Toptaş
Milli Gazete

Hangi İmamların Ardında Namaz Kılınmaz

İmam derken TC Diyanet resmî imamlarını kasd etmiyorum. Mesele şudur: Hangi imamların ardında cemaat olmak caiz değildir?

1. Devamlı şekilde ayakta tebevvül eden kişinin ardında namaz kılınmaz.

2. Soma’da vefat eden 300 küsur kişinin ölümleri kader değildir diyenin.

3. Dört fıkıh mezhebinin kolay taraflarını cem edenin.

4. Deccalları, Süfyanları, Kezzabları sevenlerin ve övenlerin.

5. Zamanımızda üç hak ibrahimî din vardır diyenlerin.

6. İslamı, Kur’anı, Resulullahı red, inkar ve tekzib edenlerin.

7. Kur’anın üç yüz küsur kesin hükümlü ayeti tarihseldir, bugün geçerli değildir diyenlerin.

8. Evliyaurrahmana evliyauşşeytan diyenlerin.

9. Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanlarını şirkle suçlayıp tekfir edenlerin.

10. Düşük faizli mesken kredisi caizdir ve helaldir diyenlerin.

11. Sünneti ya büsbütün, yahut kısmen inkar edenlerin, Sünnet muhaliflerinin ve düşmanlarının.

12. Zinayı büyük günah ve suç olarak kabul etmeyenlerin.

13. Ben Müslümanım ama Şeriatı kabul etmiyorum diyenlerin.

14. Tevhid ile Teslis birdir, Ehl-i Kitab ile aramızda Amentüde ittifak vardır diyenlerin.

15. Sünneti istihfaf ederek, Sünnet konusunda tehavün göstererek başı açık namaz kılanların.

16. Dört fıkıh mezhebini reddederek, gerçek müctehid olmadığı halde müctehidlik taslayıp kendi kafasına göre Kitab ve Sünnetten hüküm çıkartanların.

17. Kur’an-ı Kerimi re’y ve heva ile tefsir edenlerin.

18. Şeriatın tahkirini emr ettiği inançları, şahısları, kavramları ve kurumları tâzim edenlerin.

19. Gıybet eden, kendisine gıybet etme denen, buna karşılık ben gıybet etmiyorum, doğruyu söylüyorum diyenlerin.

20. İmamlık maaşını, namaz kıldırma niyetiyle alanın.

21. İslamda teravih (Ramazana mahsus gece namazı olmadığını) iddia edenin.

22. Allah katında İslam’dan başka hak, makbul, geçerli din vardır itikadına sahip olanların.

23. Fâsık ve fâcir-i mütecahir olanların, yani büyük günahları açıkta, açıkça, utanmadan işleyenlerin.

24. Bütün mü’minlerin tek bir Ümmet olduğuna inanmayan, kendisinde Ümmet şuuru bulunmayan; cemaat holiganlığı, militanlığı, fanatizmi yapanların.

25. İmametin, râşid bir İmama biat ve itaat etmenin lüzumuna inanmayan imamsızların.

26. Din istismarı yapan, mukaddesatı maddî menfaatine âlet eden, bu yolla haram kara kirli servet edinen ve buna helaldir diyenin.

27. Farmasonları din imamı, rehber ve önder kabul edenin.

28. Bir dükkanı veya işyeri olup da Cuma namazı okunduktan sonra burayı kapatmayan, ticareti namaz vaktinde durdurmayan kimsenin.

29. Kemal sıfatlarla sıfatlı ve noksan sıfatlardan münezzeh Allahu Tealayı iki çehreli Roma putu Janus’a benzeten zındığı İslam mütefekkiri, büyük mücahid ve büyük şehid olarak kabul edip tâzim edenlerin.

30. Ayetleri, sahih hadisleri, zaruriyat-ı diniyeyi, Şeriatı, müttefakun aleyh ahkam-ı fıkhıyeyi mizah ve alay konusu yapanların.

31. Fazlurrahmancıların.

32. Miras konusunda Allahın taksimine razı olmayanların.

33. Sapık ve bozuk feminizm ideolojisini Kur’ana, Sünnete, Şeriata üstün görenlerin.

34. Secdede, ayaklarını fıkha uygun şekilde yere koymayanların.

35. Haftanın en önemli gününün cuma olduğunu, cumanın faziletlerini inkar edenlerin.

Mehmed Şevket Eygi

Milli Gazete

10 Haziran 2014

DİYALOG YOK TEBLİĞ VE DAVET VAR

EHL-İ SÜNNET Müslümanlığında dinlerarası diyalog diye bir şey yoktur.

On dört asırlık İslam tarihinde böyle bir şey olmamıştır.

Hâtemülenbiya Resulullah Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) Kur’anı ve İslamı tebliğinden sonra Allah katında bir tek hak, makbul, geçerli din vardır, o da İslamdır.

Bütün Peygamberlerin dini usûlde İslamdır

Zamanımızda üç hak ibrahimî din olduğu iddia ve inancı Kur’ana, Sünnete, İslama aykırı batıl bir inançtır.

Kur’an diyaloğu değil, tebliği ve daveti emr ediyor.

Kur’an, Ehl-i Kitabı İslama, Tevhide, Kur’ana, Resululullahı tasdike, ona imana ve itaate çağırıyor.

Onlar bizim Dinimizin, Kitabımızın, Nebimizin, Şeriatimizin hak olduğuna inanmıyorlar; biz niçin onların dinlerinin hak olduğunu kabul edecekmişiz.

Allahü Teala Tevratı ve İncili göndermiştir ama bu iki kitabın orijinal metinleri kaybolmuştur. Eldeki metinlerde muharref kısımlar, ilaveler vardır.

Kur’an gönderildikten sonra eski şeriatlar nesh edilmiştir, hükümleri artık geçerli değildir.

Batı dünyasında nice Hıristiyan, hattâ nice papaz İslamı kabul edip hidayet bulurken, bizdeki bazılarının diyalog, üç hak ibrahimî din diye çırpınmaları doğrusu çok acayiptir, büyük garabettir.

İnterneti açınız, İngilizce, Fransızca, Hıristiyanlıktan İslama geçenler kelimeleriyle arayınız, karşınıza büyük sayıda ihtida vak’aları çıkacaktır.

Müslüman olan Yahudiler diye arayınız, neler görecek, neler okuyacaksınız.

Biz Müslümanların vazifesi, Ehl-i Kitab’ı en uygun ve güzel şekilde ve tarzda İslam’a çağırmaktır.

Ehl-i Kitabı, ateistleri, diğer gayr-i müslimleri doğru dürüst, en uygun ve güzel şekilde İslama çağırmazsak onların vebali bizim bilenlerimizin üzerine olacaktır.

İslam bütün Peygamberleri (aleyhimüsselam) kabul ediyor.

Muharref olmayan şekliyle bütün ilahî münzel kitapları kabul ediyor.

İslam hakimiyetini kabul etmeleri, İslam barışı (pax) şemsiyesi içinde yer almaları ve cizye vermeleri şartıyla Ehl-i Kitaba hayat hakkı, din ve kimlik hürriyeti veriyor.

Diyalogçuların garib inançları ve emelleri var.

 İslamın temel farzlarından cihadı kabul etmiyorlar.

“Allah katında din İslamdır” inancının içini boşaltmaya çalışıyorlar.

Hak din olmakta, İslama ortaklar koşuyorlar.

Cennetin kapılarını İslamı, Kur’anı, Resulullahı (Salat ve selam olsun ona) inkar, tekzib ve reddedenlere açıyorlar. Cennet onların çiftliği midir?

İlahî tokatlardan bahs ediyorlar… Bozuk inançlarından dolayı başlarına gelenler sakın ilahî tokatlar olmasın.

Resulullahın gönderilmesinden sonra tek hak din İslamdır.

İslamı, Kur’anı, Resulullahı öğrenen kimse için seçim hakkı yoktur. Ya iman edecek kurtulanlardan olacak yahut dalalette kalanlardan…

Elbette dinde ikrah yoktur, kimse zorla Müslüman yapılamaz ama İslamı tahrif etmeye de kimsenin hakkı yoktur.

Sapıtan cahillerin vebali, bu diyalog batıl inancını çıkartanların üzerinedir.

Tıpkı, Asr-ı Saadette Kıbt kavminin vebalinin, onların ulu’su olan Mukavkis’e râci olması gibi…

Birbirine zıt olan Tevhid ve Teslis inançlarının ikisi de nasıl hak olabilir?

Hz. İsayı red ve tekzib edenler nasıl dalalette ise, Hz. Mustafayı red ve tekzib edenler de dalalettedir.

Mehmet Şevket EYGİ

MİLLİ GAZETE

ERZURUM'DA HALI YIKAMA SİZE BİR TELEFON KADAR YAKIN

TOMURCUK HALI YIKAMA
0442 214 19 34
0533 371 19 33

IŞILTI HALI YIKAMA
0442 242 05 97
0530 175 3414

POLAT HALI YIKAMA
0534 334 59 08
0 507 046 83 47

BURSADAKİ TORTUM DEMİRCİLER KÖYLÜLERİNİ MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ

Bursa'da yaşayan köylülerimiz ayda bir 27 hane reisi olarak toplanıyor. Kuranı Kerim okuyor, dua ediyor, birbirlerinden haberdar oluyor.
HABER YENİ FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ