BİR FATİHA DA SENDEN OLSUN

KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? TIKLA DA GÖR

             Allah (cc), Kuran-ı Kerim’de Ankebut suresi   55. ayetinde:” Her canlı ölümü tadacaktır.”diyor. Bizler ve bu yazıyı siz...

28 Aralık 2013

İmâm Ca’fer-i Sâdık Hazretlerinin oğlu Mûsâ Kâzım’a nasîhatları:

“Oğlum! Kim kendisine verilen rızka razı olursa zengin olur.

Gözü başkasının malında olan kimse fakir olarak ölür.

Kendi kusurlarını küçük gören kimse başkasının kusurlarını büyük görür.

Başkasının kusurlarını küçük gören kimse, kendi kusurlarını büyük görmüş olur.

Oğlum! Başkasının kusurlarını ortaya çıkaranın, evindeki gizli şeyleri ortaya çıkar.

Düşmanlık kılıcını çeken onunla öldürülür.

Kim kardeşi için kuyu kazarsa, o kuyuya kendisi düşer.

Ahmaklarla beraber olan hakir olur, âlimlerle beraber olan vakarlı olur.

Kötü yerlere giden töhmet altında kalır.

Oğlum! Başkalarını hakir görmekten sakın. Yoksa onlar da seni hakir görürler.

Seni alakadar etmeyen işlere karışma, yoksa zelil olursun.

Oğlum! Lehine de aleyhine de olsa doğruyu söyle. Yoksa insanlar arasında itibarın zedelenir.

Oğlum! Allâhü Teâlâ’nın kitabını oku, selâmını yay, iyiliği emret, kötülükten nehyet, seninle irtibatı kesenle irtibatını kesme, sana küsenle önce sen konuş, isteyene ver. Koğuculuktan sakın. Zira laf taşımak, kalblere kin ve nefret tohumu saçar, başkalarının ayıplarını araştırmaya götürür. Başkalarının ayıplarını araştıran, onların hedefi olur.”

• Takvâdan daha faziletli azık, sükût etmekten daha güzel bir şey, cehâletten daha zararlı bir düşman, yalandan daha büyük bir hastalık yoktur.(hılye)
• Çok ağlayınız, az gülünüz; çok susunuz, az konuşunuz; çok veriniz, az yeyiniz. 

KÖYLÜMÜZ HASTA ALLAH (cc) ŞİFA VERSİN

Halil ÇAY'ın hanımı, Eski Araştırma Hast. Kardiyoloji servisi zemin kat 18 numarada yatmaktadır. Durumu ağır RABBİM acil şifalar versin. 

KMYLÜMÜZ HASTA ALLAH( cc) ŞIFA VERSİN

Rahmetli Mehmet BİLMİŞ Hoca(Efe) nin hanımı Asime Abla, Eski Araştırma Hast. Kardiyoloji servisi zemin kat 15 numaralı odada yatmaktadır. ALLAHcc şifalar versin.

27 Aralık 2013

HAPŞIRIRKEN AĞZINIZI ELİNİZLE KAPATMAYIN

Bursa Halk Sağlığı Müdürü Uzm. Dr.Resul Özbek, öksürürken ya da aksırırken ağzın elle kapatılmaması gerektiğini belirterek, "Elinize yapışan virüsler ya da mikroplar kolay temizlenmez ve bu şekilde mikrop farklı kişilere bulaşabilir. Hapşırma ya da öksürme öncesi kağıt mendil kullanın ve hemen atın. Yanınızda mendil yoksa başınızı insanlardan uzak bir tarafa çevirerek havaya hapşırın" dedi.

Resul Özbek, grip gibi benzeri hastalıklardan korunmanın yollarını anlattı. Kış aylarında üst solunum enfeksiyonları olan grip ve nezle gibi hastalıkların görülmeye başladığını ifade eden Uzm. Dr. Resul Özbek, "Toplu taşıma araçları, alışveriş merkezleri, kalabalık iş yerlerinde birçok insanla temas oluyor. Bu temas sonrasında mikrop alabiliyoruz. Normalde bu tür hastalıklar aksırmak, öksürmek ve solunum yoluyla 1 buçuk metre kadar alana yayılırlar. Direk bu havayı soluyanlar ve damlacıkların temas ettiği yerlerden herhangi bir şey yiyip içenler bu virüsleri alabilirler" dedi.

Giyim konusunda tedbirli olunması gerektiğini belirten Özbek, "Kış mevsimine göre giyinmekte fayda var. Aşırıya kaçıp çok terlemek ne kadar yanlış olacaksa, vücudu soğuktan korumayacak şekilde giyinmekte o kadar yanlış olur. Daha çok kalabalık ortamlar otobüsler kalabalık alışveriş ortamları hastalanmak için uygun alanlar. İş yerleri de mikropların bulaşmasına vesile oluyor. Özellikle soğuk havaların devam ettiği içinde bulunduğumuz Aralık ve Ocak ayı üst solunum yolu hastalıkları yoğun yaşanır. Boğaz ağrısı hafif ateşle belirir. Kalabalık ortamlarda insanlarla iç içe olmak hastalıkların tekrarlamasına neden olur. Her seferinde başka bir virüs alındığı için hastalık nükseder. En iyi korunma yolu solunum yolu ile bulaştığı için tedbir alınabilir. Hasta olana bir buçuk metreden fazla yaklaşmamak lazım. Hasta olan kişiler çevreyi korumalıdır. Öksürürken ağzımızı yüzümüzü tam kapatmak tedbir olur" diye konuştu.

Hastalanma belirtisi görüldüğünde antibiyotik uygulanmaya başlandığını söyleyen Özbek, hastalık belirtilerinin kendini göstermesiyle mutlaka aile hekimine başvurulmasını istedi.

"MENDİL YOKSA HAVAYA HAPŞIRIN"

Özbek, nezle ya da grip konusunda tavsiyelerde de bulundu. Kış mevsiminde nezle ya da gribe yakalanmamak için ellerin sık sık yıkanmasında fayda olduğunu belirten Özbek, şöyle devam etti:

"Çoğu grip ve nezle virüsü dokunmayla geçer. Gripli olan birinin telefon, klavye veya mutfak eşyalarına dokunması grip virüsünün yayılması için yeterlidir. Bu mikroplar saatlerce, hatta bazı durumlarda haftalarca, başkası bu eşyalara dokununcaya kadar bu tür zeminlerde yaşayabilirler. Bu yüzden ellerinizi sıkça yıkayın. Öksürürken ya da aksırırken elinizle ağzınızı kapatmayın. Çünkü elinize yapışan virüsler ya da mikroplar kolay temizlenmez ve bu şekilde mikrop farklı kişilere bulaşabilir. Hapşırma ya da öksürme öncesi kağıt mendil kullanın ve hemen atın. Yanınızda mendil yoksa başınızı insanlardan uzak bir tarafa çevirerek havaya hapşırın."

"BOL SU İÇİN"

Üst solunum yolu hastalıklarından korunmak için bol sıvı içilmesini tavsiye eden Özbek, "Çok su içmek vücudunuzdaki virüslerin temizlenmesini sağlar. Günde 8 bardak su için önerisine uymuyorsanız yeterince su içmeye özen göstermelisiniz. İdrarınızın rengi açık sarı görünüyorsa yeterince su alıyorsunuz demektir, koyu sarıysa daha çok su içmelisiniz. Temiz hava alın. Hava almak önemlidir. Soğuk havalarda merkezi ısıtma sistemiyle ısınan ortamlardan dışarı çıktığınızda vücudunuz grip ve mikroplara karşı daha korunmasız olur. Soğuk havada içeride kalan insanlar, kuru ve aynı havayı sürekli soludukları için virüslere maruz kalırlar" ifadelerini kullandı. Özbek, mevsimine uygun meyve ve sebze yenmesinin metabolizmayı güçlendirdiğini de sözlerine ekledi.

YUSUF SERKAN YILMAZ

26 Aralık 2013

ÖZLÜ SÖZ

Zamana uyun, sözü cahil ve zavallıların söylemidir. Zaman size uymuyorsa ZAMANLA savaşın! 
Muhammed İkbal.

25 Aralık 2013

BU SAVAŞ BİZİ YIKAR

BU ülke halkının çoğunluğunu oluşturan biz Müslümanlar ne zaman adam olacağız, doğru dürüst Müslüman olacağız?
Şu son asırda, cennetmekan Sultan Abdülhamid Han efendimizin tahtından indirilmesinden sonra başımıza gelmeyen kalmadı, yine akıllanmadık, uslanmadık, derlenip toplanmadık, birleşip tek bir Ümmet olmadık.
Cumhuriyetin ilanından sonra başımıza büyük felaketler geldi, 
27 Mayıs 1960 darbesiyle yerlere yıkıldık,
Ardından 12 Mart 1971 darbesi,
Onun ardından 12 Eylül darbesi,
Daha sonra 28 Şubat darbesi…
Bunca darbe yedik, bunca zulme ve hakarete uğradık, bunca sıkıntılar çektik ama hâlâ akıllanmadık, derlenip toparlanmadık.
Biraz gün yüzü gördük, biraz hürriyete kavuştuk, derlenip toparlanacağımıza şimdi de iktidar cemaat savaşları veriyoruz.
Zulüm, baskı, sıkıntı çektiğimiz zamanlar ağlar sızlanırız; düze çıktığımız zaman yan gelir yatarız, tedbir almayız.
Yapacağımız ilk işlerden biri tek bir Ümmet teşkilatı kurmak ve başımıza râşid bir İmam seçmek değil midir? İşte bunu yapmayız. Ümmet olmadığımız, birleşmediğimiz için başımız beladan, musibetten kurtulmaz.
Kur’an birleşin, sakın ayrılmayın parçalanmayın der, biz aldırmayız.
Resulullah Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) birlik olun der, yine aldırmayız.
Akıl ve bilgelik bir ve beraber olun der, tınmayız.
Kendi yakın tarihimizden ibret almıyoruz.
Suriyeden ibret almıyoruz.
Mısırdan ibret almıyoruz.
Birliğe, beraberliğe, Ümmete, İmamete cami hoparlörleri, şadırvan muslukları, lüks umreler kadar önem vermiyoruz.
Birbirinden kopuk, her biri kendi başına buyruk cemaatlerimizin, tarikatlarımızın, hizip ve fırkalarımızın, dernek ve vakıflarımızın, çeşit çeşit İslamcılıklarımızın sayısı bini geçti.
Ümmet birliği bakımından tam bir fetret devri yaşıyoruz.
Kafirler ve münafıklar bize bölünün, parçalanın, birbirinizle çekişip tepişin dediler. Biz âmenna öyle yapalım cevabını verdik.
Şu manzaraya bakın: Müslümanlardan oluşan bir iktidarla, dinî bir cemaat kıyasıya savaşıyor.
Bu savaşın galibi olur mu?
Ne kadar dinsiz, densiz, ahlaksız varsa Müslümanların bu savaşı karşısında zil takıp oynuyor.
Allah ve Resulü bize, sakın kafirleri dost ve velî edinmeyiniz diyor, bizim bir kısmımınız tam tersini yapıyor.
Tehditler, beddualar, lanetler uçuşuyor. 
Bir anlaşmazlık olduğunda Müslümanların bu konuda Allahın Kitabını, Resulün Sünnetini, Şeriatı, Hikmeti hakem kılmaları gerekmez mi? 
Çok açık yazacağım:
Biz kendi yakın tarihimizden ders almazsak… Suriye faciasından ders almazsak… Mısırdan ders almazsak… Filistinden ders almazsak ve derlenip toparlanmazsak; akıbetimiz onların sonu gibi olur.
Birtakım beyinsizlerin hırsları yüzünden ülkemiz bir iç savaşa doğru sürüklenmektedir.
Bunca tefrika, keşmekeş, kaos, anarşi içinde hâlâ kuvvetli bir Ümmetleşme cereyanı ve teşebbüsü yok.
Hâlâ birleşip başımıza râşid ve muttaki bir reis seçip de ona biat ve itaat edemiyoruz. 
Hâlâ bir sürü islamî dükalıklara, kontluklara, prensliklere, baronluklara, beyliklere bölünmüş vaziyetteyiz. En gevşek şekliyle olsun bir federasyon veya konfederasyon kurmaya yanaşmıyoruz.
Mübarek Ramazanlarda papazlarla iftar yemeği yiyenler, öteki meşreblere mensup sâlih Müslümanlarla bir araya gelemiyor.
Yakın tarihimiz, bunca askerî darbe, Filistinde Suriyede Mısırda İrakta Afganistanda olup bitenler bizi uyarmadıysa, bundan sonra uyanmamız pek zor olur.
Düşmanlarımız kına yakmış sevinçlerinden oynuyor, biz birbirimizle savaşıyoruz.
Yazık yazık çok yazık!
MİLLİ GAZETE AİLENİZİN GAZETESİ

22 Aralık 2013

CÜPPELİ AHMET HOCA ERZURUMDAYDI


21 Kasım 2013 Cumartesi günü Erzurum Kapalı Spor Salonunda sohbet etti. Cennetten, cehennemden, salih amelden,   Kişi sevdiği ile beraberdir. Noel kutlamamalıyız. Hacı Salih Efendi 'sen bahsetti. 

KÖYLÜMÜZ HASTA ALLAH ŞIFA VERSİN

Nasıf Hacı Mevlüt Eminin hanımı Kadriye abla; Eski Araştırma Hast. Fizik tedavi servisi 27 numarada yatmaktadır. ALLAHcc şifalar versin.

KÖYLÜMÜZ HASTA ALLAH ŞIFA VERSİN

Halil Doğanın kızı ameliyat olmuştur. Bölge eğitim Hast. Göğüs hastalıkları servisi --2.kat 96 numarada yatmaktadır. ALLAHcc şifalar versin.

18 Aralık 2013

KÖYLÜMÜZ HASTA ALLAH ŞİFA VERSİN

Zekerıyya Amcanın kardeşi Ömer  amca Eski Araştırma Hast. kalp damar servisi 1.Kat 103 numarada yatmaktadır, ALLAHcc şifalar versin.

17 Aralık 2013

ÖĞRETMEN

OECD ülkelerinde öğretmenlerin yüzde yetmişi lisansüstü eğitim yapmış, master veya doktora. Bu oran Türkiye’de yüzde beş!Eğitim tablomuzun çok önemli verilerinden biridir bu.Prof. Mustafa Özcan’ın, Türkiye ve Amerika’da edindiği eğitim tecrübelerinden yola çıkarak geliştirdiği “Okulda Üniversite” adlı modelin sunuş toplantısındayız. Model, öğretmen eğitimini öngörüyor.Yazının devamı için tıklayın >>

Hz. Mevlânâ’dan unutulmaz örnekler!.

Öyle sanıyorum ki, her birini siz de tefekkürle okuyacak, tebessümle bir daha değerlendireceksiniz.
1-   Kuşluk vakti hanımına sormuştu Hz. Mevlânâ:
 -Sabah kahvaltısı hazırlamak için harekete geçmiyorsun, neden?
 Hanımı mahcup bir sesle cevap vermeye çalıştı:     
-Henüz kahvaltılık bir şey yoktur evimizde de ondan.. diyebildi.
 Heyecanlanan Mevlânâ sesini yükselterek sordu:
-Hanım neye üzgün söylüyorsun böylesine hayırlı bir haberi? Demek bugün Celaleddin’in evi Peygamber evine benzemiş?. Öyle ise dur bir şükür secdesi yapayım, evim Resulullah’ın evine benzediği için..
Hemen aşkla bir sema yapar, şevkle şükür secdesine kapanır, sonra başını kaldırıp kararını açıklar:
-Hanım hiç merak etme, ben de bugün Hazret-i Resulullah gibi oruca niyet ediyorum. Akşama kadar bir şey hazırlaman gerekmez, rahat ol!
Ölümünden 740 yıl geçmesine rağmen Mevlânâ’nın gönüllerde yaşamaya devam etmesi sebepsiz değildir anlaşılan.
2- Güzel sesli hafızın okuduğu Kur’an’ı gözyaşıyla dinliyordu. Bu sırada elini ağzına kapayarak esneyen uykulu bir adam, Mevlânâ’nın gözyaşlarını görünce bir mana veremeyerek sordu:
-Efendi niçin ağlıyorsunuz, ağlanacak bir şey mi var ortada?
 Mevlânâ uykulu adamı uyaracak şekilde cevap verdi:
-Güzel sesli hafızlardan gelen Kur’an sesi bana, cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor da ondan, dedi.
Esnemeye devam eden adam da başını sallayarak:
-Bana da öyle geliyor, dedi. Mevlânâ uykulu adama aradaki farkı fark ettirme gereği duydu:
 -Senin duyduğun ses, cennet kapısının açılış değil, kapanış sesi olmalıdır. Çünkü dedi, açılış sesi gözyaşı döktürür, kapanış sesi ise uyku getirir!. Uykulu adamın gözleri bundan sonra parladı birden..
3- Papazın biri çarşıda alışveriş yaptığı satıcıyla sıkı pazarlık yapmış, satıcı da papazın arkasından, bunlar ne cimri insanlar diye söylenmeye başlamıştı. Mevlânâ, bu cimri sözünden dolayı satıcıyı ikaz etti:
 Papazın arkasından böyle konuşma, dedi. Onlar senin dediğin gibi cimri değil, cömert insanlar. Baksana, onlar İslam’ı da, son Peygamber Hz. Muhammed’i de, Hazret-i Kur’an’ı da, bunlara inananlara verilecek cenneti de size bırakmışlar. Bundan daha büyük cömertlik olur mu?
4- Bir ara rahatsızlanan Mevlânâ, ‘Artık gitme zamanı geldi!’ diye söyleniyordu. Hanımı, ‘Aman efendi ne gitmesi? Dileriz Rabb’imiz sana daha yüzlerce sene ömür versin.’ deyince sesini yükselten Mevlânâ şöyle ikazda bulundu:
-Hanım ne diyorsun sen? Biz firavun muyuz, Nemrut muyuz ki yüzlerce sene ömür istiyorsun bizim için? Bu mihnet dünyasında şikâyetçi olmayarak bekleyişimiz, karanlıkta kalan gönülleri aydınlatma ümidimizdendir. Yoksa burası bizim yüzlerce yıl yaşamayı isteyeceğimiz rahat bir yer değildir!.
5- Mevlânâ’yı anlaşılması güç sözleriyle etkisi altına alan Şems-i Tebrizi’den, talebeleri ve halk şikâyetçi olmuştu. İşte bu sıralarda yol kenarında önündeki kemiği yiyerek yavrularını besleyen bir köpek gören Mevlânâ, yanındakilere:
-Bu yavrular der, şu koca kemiği yemeye kalksalar, ince dişleri çıtır çıtır kırılır, helak olurlar. Ancak anne güçlü dişleriyle o kocaman kemiği rahatça kırıp yiyerek süte çeviriyor, yavrularına faydalı bir gıda olarak sunuyor.. İşte der, Şems’in sözleri de bana o kemik gibidir. O sözleri ancak ben hazmederim, sizleri o sözlerle ben beslerim. O halde siz Şems’in kemik gibi sözlerine değil, benim süt gibi yorumlarıma kulak verin, o sözleri benden dinleyin!.
Ahmed Şahin
a.sahin@zaman.com.tr

15 Aralık 2013

Mazeret sınavlarının soru ve cevapları yayınlandı

Mazeret sınavlarının soru ve cevapları yayınlandı

Milli Eğitim Bakanlığı, mazeret sınavlarının soru ve cevaplarını yayımladı.

Bakanlığın, Türkiye genelinde 8. sınıflar için düzenlediği birinci dönem merkezi ortak sınavlarına giremeyenler için yapılan mazeret sınavları tamamlandı.

Türkçe A Kitapçığı

Matematik A Kitapçığı

Din Kültürü A Kitapçığı

Fen ve Teknoloji A Kitapçığı

İnkilap Tarihi A Kitapçığı

İngilizce A Kitapçığı 

14 Aralık 2013

ERKEĞİ EVDEN UZAKLAŞTIRAN MAHREM SEBEPLER

Evlilikleri bitiren karşılıklı ilgisizlik, çiftlerin boşanma sebeplerinin başında geliyor. Zira iş dönüşü sıcak bir tebessüm bekleyen erkek yahut kadın asık suratla karşılaşınca evde huzur da bulamıyor. Bunun dışında çiftleri yuvadan uzaklaştıran; bakımsızlık, iletişim ve istişare eksikliği gibi başka sebepler de var.

14 yıllık evli ve 3 çocuk babası Hakan Ş., uzaktan akrabası olan eşi Feryal Hanım’la evliliklerini kurtarmak için uzman yardımı alıyor. Kendisine yöneltilen “Karınızın yerinde olsanız, kocanıza nasıl davranmanız gerekirdi?” sorusuna verdiği cevap, birçok erkeğin belki de kimseye söyleyemediği bir sıkıntıyı özetliyor: “Evde kocamla baş başayken lahana gibi giyinmezdim. Lahana bile tek renk. Benim gördüğüm ise yıllardır renk renk.” Bakımsızlık evliliği bitiren ana sebep olmasa da birçok ilişkiyi fark etmeden çıkmaza da sokabiliyor. Ev hanımı Feryal Ş. ise başlarda evliliklerinin herkese örnek gösterildiğini ve şimdi eşinin kendisini aldatmasına anlam veremediğini dile getiriyor. Çift, Aile Yaşamını Koruma Derneği Başkanı, ayrıca evlilik ve iletişim uzmanı olan İnci Yeşilyurt’tan yardım alıyor. Yıllardır hem iletişim hem de Feryal Hanım’ın aile içi davranış eksikliği, Hakan Bey’i önce sanal âleme, ardından da aldatmaya sürüklemiş. Yeşilyurt, seansın ilerleyen kısımlarında ise evlendikleri ilk günden sonra Feryal Hanım’ın ev içinde önce utangaçlık, daha sonra da yorgunluk, ev işleri ve çocuk gibi sorumluluklarla dış görünüşüne dikkat etmediğini fark etmiş. Eşinin genelde eve misafir geldiğinde veya düğüne gittiklerinde güzel ve bakımlı giyindiğini kaydeden Hakan Ş., “Eşim benim için değil başkaları için süslenip, güzel giyiniyor. Sabah yolcu edilmiyorum. Akşam güler yüzle karşılanmak bir yana, yemek yemenin, ihtiyaçları konuşmanın dışında ortak bir hayatımız yok. Benim isteklerimin, beklentilerimin bu evde önemi kalmamış.” sözleriyle problemin kaynağına işaret ediyor. Moralinin bozuk olduğu böyle bir günde girdiği internette, önce arkadaşlıklar, akıcı sohbetler ve yıllardır karşılaşmadığı güler yüzü bulan Hakan Ş., bir süre sonra sanal âlemde geri dönüşü zor olan aldatma yoluna ilk adımını atıyor. Zira evde hissedilemeyen değeri, hanımında aradığı davranışları dışarıda yakalıyor.

Hakan Ş. ve eşi Feryal Hanım ile toplam 8 seans görüşüldüğünü kaydeden İnci Yeşilyurt, çiftin yeniden bir araya geldiğini söylüyor. Yeşilyurt, “İlk bakışta son derece mütevazı yaşantıları olan bu çiftin yaşadığı aldatma ve sonrasında oluşan güven problemi, aslında buzdağının görünen kısmı. Tabii bu örneğin tam tersi durumlar da var. Çünkü duygusal anlamda boşanmış ama aynı evde yaşayan çiftler, patlamaya hazır volkan gibi. Patlama çoğu zaman aldatma olarak duyulur. Ama volkanın dibine indiğimizde bambaşka ateşler yuvaları tehdit ediyor.” ifadelerini kullanıyor.

Erkeklerin, problemlerini daha çok içinde yaşadığını vurgulayan Yeşilyurt, şunları belirtiyor: “Bir süre sonra kendini kullanılmış, üstünde ağır yükler olan, bekârlık hayatının sorumsuz günlerine özlem duyan ve annesinin şefkatini arayan bir kişiliğe dönüşürler. Bu durumda kimi erkek, kendini dış dünyaya kapatırken kimisi de daha dışa dönük yaşamaya çalışır. Bazen iş yoğunluğu bazen de arkadaşın problemini çözme gibi gerekçelerle eve daha geç giderek, aslında kaçmanın yollarını arar. Problemlerin kaynağı tespit edilip, zamanında çözüldüğünde, sadakatsizlik de ortadan kalkar.”

‘Biz sizi eşlerinizle imtihan ederiz’ sırrı unutulmamalı

Uzman Psikolog Cihad Kaya ise evlenmeden önce kadının sevilmesine neden olan şeylerin terk edilmesinin, ilişkilerde erkek tarafının soğumasına yol açtığını belirtiyor. Kılık-kıyafet ve öz bakıma gösterilen itinanın azalmasının, erkeği eşinden ve ailesinden soğuttuğunu söyleyen uzman Kaya, “Evlilikte kadının kibar konuşmaması, kibar davranmaması, eğer ev bakım sorumluluğu kendisinde ve gündelik işlerle normalden çok daha fazla ilgilenip, kendisine ve eşine ayıracak zaman bırakmıyorsa, erkek, evinden ve ailesinden uzaklaşabiliyor. ‘Hep böyle yapıyorsun’, ‘Sen zaten böylesin’, ‘İlgisizsin’ gibi yargı cümleleri kullanan ve aile hayatı ve sosyal ortamlarda farklı davranışlar gösteren, eşinin derdine ve mutluluğuna ortak olmayan ve yalan söyleyen, her iki cins için de geçerli olmak üzere mahrem talepleri yanıtsız bırakan eşler birbirine karşı saygısını da kaybedebiliyor.” uyarısında bulunuyor. ‘Biz sizi eşlerinizle, annelerinizle, babalarınızla, çocuklarınızla, mallarınızla, canlarınızla imtihan ederiz.’ ayet-i kerimesini hatırlatan Kaya, “Tüm bunları gerçekleştirmesine ve ideal bir eş olmasına rağmen yüzlerce hanımın aldatıldığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerek.” diyor.

Çiftlerin bu davranışları, evliliğe zarar veriyor!

Israrcı olma: Arada bir talepleri karşılanmazsa bile sürekli o talebi dillendirmek, az ama öz konuşamamak.

İlgisizlik: Çalışmayan kadınların, eşinin alışkanlığını ve talebini bildiği halde hastalık, gece çocuk bakmak gibi gerekçeler dışında kahvaltı hazırlamamak, eşini kapıdan uğurlamamak.

Bitmeyen sorular: Erkeği iş saatleri içinde zorunlu nedenler dışında sık sık arayarak ‘Neredesin?’, ‘Ne yapıyorsun?’, ‘Yanında kim var?’ sorularını yöneltmek.

Güvensizlik: Erkeğin cep telefonunu sık sık kontrol etmek ve erkeğe özgürlük alanı tanımak istememek, trafik gibi nedenlerle eve geç kaldığında surat asmak ve sorgulamak.

Aile mahremiyeti: Tartışmalarda aile büyüklerini arayarak, ağlamak ve eşini şikâyet etmek.

Sosyal çevreye müdahale: Şununla görüş, bununla görüşme gibi talimatlar vermek.

Aile: Erkeği annesinden kıskanmak, eşine annesini (kayın validesini) şikâyet etmek, tartışmalarda erkeğin ailesini kötülemek.

Kıyaslama: Başkalarının eşlerine aldıklarından söz etmek, ‘Leyla’ya kocası yeni televizyon almış, bilezik almış’ gibi imalı sözlerle kıyaslama yapmak.

Sorumluluklar: Erkek kapıdan girer girmez, çocuklarla ilgilenmesini istemek, ‘Al şu çocukları, bütün gün beni yedi bitirdiler’ gibi cümlelerle karşılamak.

Kötüyü unutmama: Sürekli geçmişi gündem yapmaya çalışmak.

12 Aralık 2013

Şuurlu Öğretmenler Derneği Danışma Kurulu toplantısı ÖĞ-DER yeni binasında yapıldı.

ÖĞ-DER Şuurlu Öğretmenler Derneği Danışma Kurulu toplantısı ÖĞ-DER yeni binasında yapıldı.
Toplantıya ÖĞ-DER Danışma Kurulu üyeleri ve yönetim kurulu katıldı. Toplantıda Danışma Kurulu Başkanı Mesut Yavuz açılış konuşması yaptı. Şube Başkanı Abdullah İkinci dernek olarak yapılan çalışmalar hakkında bilgi verdi. ÖĞ-DER Genel Merkez Denetim Kurulu Başkanı İsmail Baldan "Temel Esaslarımız" konulu bir konuşma yaptı. Toplantıda eğitim sorunları ve çözüm önerileri konuşuldu. Danışma kurulu üyelerinin önerileri ile hazırlanan sorunlarımız ve çözüm önerilerinin Bakanlığa gönderilmesi ve kamuoyuna duyurulmasına karar verildi.
Toplantı sonunda yapılan yazılı açıklamada alınan kararlar şöyle belirtildi; "Erzurum'da Ortaöğretimde aşırı derecede pansiyon ihtiyacının olduğu özellikle kız ve erkek yurt sorununun var olduğu, bunun giderilmesi gerektiğini özellikle yurt ihtiyacının karşılanamadığından dolayı ilçelerden gelen kız öğrencilerin İmam Hatip Liselerine kayıt yaptıramadığı belirtildi.Acilen İmam Hatip ve diğer Anadolu Liseleri için Kız yurdu ve Erkek yurdu ihtiyacı giderilmelidir. Erzurum'da 4+4+4 sisteminde çok problem yaşandığı, okul dönüşüm projelerinin tamamlanamadığı, İkili öğretim yapan kurumların ya ilkokul ya da ortaokula dönüştürülmesi gerektiğini, öğrencilerin akşam geç saatlerde dersten çıkmalarının sıkıntı olduğu, Erzurum'da Fatih projesi için kurulan Akıllı tahtalarda teslimat yapılmadığı, internet ağının bu güne kadar kurulmadığı tahtalarda çok sayıda sıkıntı yaşandığı ve çözüm üretilmediği, Hiçbir liseyi kazanamayan öğrencilerin İmam Hatip'e gönderilmesinin sorun oluşturduğu Bu yüzden Merkez İmam Hatipte sınıfların çok kalabalık olduğu, hiçbir okulu kazanamayan öğrencilerin hiç olmazsa İmam Hatibe veya Meslek lisesine gitsin yaklaşımının yanlış olduğu, İmam Hatiplerin sorunlarının tespiti ile ilgili çalıştay düzenlenmesi, Doğuda çalışan öğretmenlerin kısa süre sonra batıya gidişlerini engellemek veya azaltmak için ek ödemenin mutlaka verilmesi gerektiği, İmam hatip Liselerinde uygulanmayan başörtüsü yasağının diğer liselerdeki öğrenciler içinde uygulanmamasını, Başörtüsü yasağının tüm lise ve ortaokul öğrencileri için kaldırılması, Karma Eğitim zorunluluğunun kaldırılması, Öğrenciler için din eğitiminin ve Kuran öğretilmesinin anaokulunda başlaması, Kariyer uygulamasının Üniversitelerde olduğu gibi MEB'de tüm öğretmenlere de uygulanması, Sınav merkezli eğitim yerine ahlak ve maneviyat merkezli bir eğitim sistemine geçilmesi. Tüm merkezi sınavların kaldırılması, test sistemine ve ezberci eğitime son verilmesi, Ortaokullardan mezun olan öğrencilerin tüm liselere dengeli dağıtılması, Diğer meslek liselerinin Ortaokullarının açılması, meslek eğitiminin erkene alınması, Batının kendine uygun eğitim sistemini kopyalayıp sistemi sürekli değiştirmek yerine Endülüs eğitim sisteminin de eğitimde model alınması, sistemde süreklilik sağlanması, Ders Kitaplarının yeni bir anlayışla medeniyet değerlerimize uygun yeniden yazılması, İlk, Orta, Lise düzeyinde TV okullarının kurulmasının, gerek öğrenci gerekse öğretmenler açısından faydalı olacağı, İlahiyat fakültesi öğrencilerinin altı yıl okuma sıkıntısı çözülmeli. Formasyon dersleri normal dört yıl içinde verilmeli. Din eğitiminin istenilen düzeyde verilemediği Din kültürü bölümü kaldırılarak ilahiyata bağlanmalıdır." - ERZURU
M

SU TÜKETİRKEN DİKKAT


Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, yaşam kaynağımız, suyu tüketirken nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunda değerlendirmelerde bulundu. Tutar, “Su vücudumuzun vazgeçilmezidir. Açlığa bile belirli süre dayanan vücudumuz su içilmediğinde kısa sürede yaşamsal fonksiyonları bozulup ölüm gerçekleşebilir. Su içmemizin öneminin yanı sıra içtiğiniz suyun alkali olması da önemlidir.” dedi.
ERZURUM (İHA) - Uzman Diyetisyen Serkan Tutar, yaşam kaynağımız, suyu tüketirken nelere dikkat etmemiz gerektiği konusunda değerlendirmelerde bulundu. Tutar, “Su vücudumuzun vazgeçilmezidir. Açlığa bile belirli süre dayanan vücudumuz su içilmediğinde kısa sürede yaşamsal fonksiyonları bozulup ölüm gerçekleşebilir. Su içmemizin öneminin yanı sıra içtiğiniz suyun alkali olması da önemlidir.” dedi.

Gün içerisinde içilen su miktarının 10-12 bardak (2-2,5 litre) olmalı gerektiğini dile getiren Tutar, “Bu şekilde yaşamsal fonksiyonlarınızın düzenli şekilde çalışmasını sağlarsınız. Suyun en önemli işlevlerinden birisi de lenf kanalını temizlemesidir. Eğer kilo vermek istiyorsanız yeterli su içmelisiniz. Yaşamınıza dikkat ediyor ve diyetinizi tam anlamı ile uyguluyorsanız bu kilo verebileceğiniz anlamına gelmez. Yeterli su tüketimi uygulanan sağlıklı beslenme programının da temelini oluşturmaktadır. İçindeki Ph seviyesi 7,5 civarında olması en ideal değerdir. Normal suyun içindeki minerallerden bahsetmek doğru değil ama çeşme suyunda yüksek miktarda klor bulunuyor. Klor suyu alkali yapar.Su içmemizin öneminin yanı sıra içtiğiniz suyun alkali olması da önemlidir ama fazla alkali olması da toksik etki yapar ve vücudu tahrip eder. Alkali olması tüm gün asidik besin tüketildiği için vücutta asit baz dengesini sağladığı için faydalı olur. Bu durumda halsizlik yorgunluk baş ağrısı gibi durumların yaşanmasını engeller.” Diye konuştu.

Tutar daha sonra şunları kaydetti; “Son zamanlarda suyun alkali olmasının daha sağlıklı olduğu üzerine araştırmalar yapılmaktadır. Bunun temel nedeni asidik besinlerin vücuda vermiş olduğu zararın alkalin su ile engellenmesidir. Suyu alkali yapmanızın sağlığınız açısından herhangi bir sıkıntısı yoktur ama alkali yaparken kullanmış olduğunuz yöntem çok önemlidir. Eğer suya fazla miktarda karbonat eklerseniz tansiyonunuz yükselebilir. Bu nedenle 1 litre su içerisine en fazla 1 yemek kaşığı karbonat atılması önerilmektedir. Ama suyu alkali yapmanızın en basit ve sağlıklı yolu suyunuzun içerisine limon atmak olacaktır. Sabahları 1 litre su içerisine dilimleyerek atacağınız limon parçaları uzun vadede vücutta alkali etki gösterecektir. Yapılan bazı araştırmalarda ise alkalinin sindirim sistemini tembelleştirdiğini ve bu beslenme tarzının hiçbir bilimsel dayanağı bulunmadığını savunmaktadır. Ayrıca aşırı karbonat tüketiminin mide duvarında harabiyete neden olabileceğini de belirtmişlerdir. Yeterli ve dengeli beslenme tarzı ile yeterli miktarda su içildiğinde suyun alkali hale getirilmesi zorunlu değildir. Çünkü bu şekilde vücuttaki asit-baz dengesi zaten sağlanacaktır. Eğer karın bölgeniz gergin ise kesinlikle yeterli miktarda su içmiyorsunuz demektir. Vücutta biriken fazla su kas kütlesinin içerisinde birikmektedir. Kas kütlesi de en fazla karın bölgesinde bulunmaktadır. Dolaysıyla vücudunuzda biriken ödem en fazla karın bölgesinde olur bu da karın bölgesinin gergin ve sert olmasını sağlar. Yaşam kalitesini azaltan ödemi azaltmanın en önemli yolu düzenli yaşam ve su tüketimini yeteri kadar yapmaktır. Fazla miktarda su içtiğinizde ilk dönemler idrara çıkma sıklığınızın arttığını göreceksiniz ki bu durum vücutta biriken ödemin dışarı atıldığını göstermektedir.”

06 Aralık 2013

KARDA YÜRÜMENIN PÜF NOKTALARI

Yurdun büyük bir bölümünde etkili olan soğuk hava ve kar yağışı ile birlikte yollar, özellikle de kaldırımlarda buzlanmalar meydana gelirken, uzmanlar buzda yürürken dikkatli olunması uyarısında bulundu.

Buzda kayıp düşmeye bağlı olarak kırık çıkıklar ya da basit yaralanmaların yanı sıra ölümcül olabilen ağır kafa travmalarının da meydana gelebileceğini belirten Medicana Konya Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Dr. Mehmet Portakal, “Yürürken dikkatinizi bir an bile kaybetmeyin. Çünkü düşme riskini veya olasılığını göz ardı ettiğiniz anda düşersiniz. Bu nedenle adımlarınızın her birini önceden tasarlayarak ve bastığınız yeri risk açısından analiz ederek atın. Hızlı yürümek ilave bir risk getirir. Yavaş ve küçük adımlar ile yürüyün. Attığınız adımlar asla kendi omuz genişliğinizden daha büyük olmamalı. Dengenizi koruyabilmek için, ellerinizi asla cebinize sokmayın. Ellerin cepte olmaması, düşme anında avuç ortalarını yere koyarak, vücudun herhangi bir bölgesinin yere daha sert bir şekilde çarpmasına da engel olur. Kollarınızı kullanamadığınız korunmasız bir düşmede, kafa dahil yere çarpan tüm uzuvlarınızda ezikten kırığa karar değişken derecelerde yaralanmalar meydana gelebilir. Yokuş ve merdivenlere dikkat edin. Mümkünse dik yokuşları inip çıkmayın. Merdiven inerken veya çıkarken yandaki korkuluklardan mutlaka destek alın. Yürürken iki elinizin de dolu olmamasına dikkat edin. Çocuğunuzu ya da ağır eşyalarınızı kucakta taşımayın. Poşet ya da çantalarınızı iki elinizle taşımayın. Bir eliniz mutlaka boşta kalsın. Evden çıkmadan önce dışarıdaki hava şartlarına uygun kıyafetler tercih edin. Dar kıyafetlerin, hareket kabiliyetinizi azaltacağını unutmayın. Klasik ya da topuklu ayakkabılar düşme riskinizi arttıracaktır. Tabanı kaygan olmayan altı lastik ya da kauçuk ve tırtıklı ayakkabılar, ayak bileğinizi kavrayan botlar giyin. Ayakkabıların üzerine eski çorap giymek de buzda kaymayı engeller.”

Düşme durumunda hemen yerden kalkılmaması gerektiğine de dikkati çeken Mehmet Portakal, “Yaralanmışsanız, ne tür bir yaralanmanın meydana geldiğini anlamaya çalışın. Aksi takdirde ilave yaralanmalara neden olabilirsiniz. Düşme sonrası yaralanmaları asla küçümsemeyin ve ciddi anlamda olmasa dahi ağrı, şişlik, kızarıklık, hareket kısıtlılığı ve şekil bozukluğunun bir kırığın işareti olabileceğini unutmayın. Bu tür bir belirti varlığında bir hekime görünmeyi ihmal etmeyin" dedi.

Portakal, karlı ve buzlu zeminde kaymaya bağlı sakatlanmaların yaşlılar için daha riskli olduğunu ve tedavilerinin de daha zor olduğunu belirterek, yaşlılarda kemik erimesinden dolayı basit bir düşmede bile ciddi, ameliyat gerektiren ve tedavisi uzun süren kemik kırıkları görülebileceğine, bu nedenle yaşlıların çok zorda kalmadıkça karlı havalarda dışarıya çıkmamaları, çıkacaklarsa da yanlarına uç kısımları lastik olan bir baston ya da kendilerine eşlik edecek birini almaları gerektiğine dikkat çekti.Düşmelerin önemsenmesi gerektiğinin altını çizen Mehmet Portakal, düşme sonrasında geçmeyen inatçı bel ve bacak ağrıları ya da uyuşmalarda, zaman kaybetmeden bir sağlık kuruluşuna başvurulması gerektiğini sözlerine ekledi.

05 Aralık 2013

KUR’AN OKUMANIN ZAHİRİ ADABI




Kur’an okuyan abdestli olmalı, edepli ve sakin bir şekilde durmalı. İster ayakta isterse oturarak kıbleye yönelmelidir. Başını önüne eğmeli, bağdaş kurarak veya yaslanarak oturmamalıdır. Aynı zamanda mütekebbir bir şekilde de oturmamalıdır.Hocasının huzurunda iken nasıl oturması gerekiyorsa tek başına Kur’an okurken de aynen o şekilde oturması uygundur.


Kur’an okumak için en faziletli ve uygun hâl, namazda ayakta iken ve camide okumaktır. Amellerin en faziletlisi bu şekilde okumaktır. Eğer yatağında uzandığı ve abdestsiz olduğu halde ezberinden Kur’an okursa, yine fazileti varsa da ayakta iken namazda ve camide okuması kadar fazileti yoktur.


Çünkü Allah-u Teâlâ, Kur’an-ı Hâkim’de, “Sağduyulular o kimselerdir ki ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler...” (Al-î İmran / 191) buyurmuştur.


Görüldüğü gibi Allah-u Teâlâ burada hangi halde Kur’an okursa okusun Allah’ı ananları övmektedir. Fakat şu kadarı var ki önce ayakta okumayı, sonra oturarak, sonra da uzanarak okumayı tavsiye buyurmaktadır.


Hz. Ali (RA) şöyle buyurmaktadır; “Ayaktayken namazda Kur’an okuyan bir kimse için her harfe karşılık yüz sevap yazılır. Oturarak namazda Kur’an okuyan için her harfe karşılık elli, namazın dışında abdestli olarak okuyan için de yirmi beş ve abdestsiz olarak okuyan için ise on sevap vardır. Geceleyin ibadet etmek daha efdaldir. Çünkü o gece, kalbin her şeyden boşalmasına daha elverişlidir.”

02 Aralık 2013

KÖYLÜMÜZ HASTA ALLAH( CC) ŞİFA VERSİN

Köyümüz sakinlerinden Ahmet ÖNGEL hasta. Yakutiye Araştırma Hastanesi Dahiliye Bölümünde yatıyor.
 Allah (CC) şifa versin. Dua edelim.

01 Aralık 2013

DİNİ KONULARDA KENDİNİ KANDIRMANIN 40 YOLU

Benim kalbim temiz’, ‘Dinlerin özü zaten iyilik üzerine’, ‘Çalışmak da ibadet’, ‘Nasıl olsa Allah affeder’, ‘Allah beni böyle yaratmış’ , ‘Herkes böyle yaşıyor’... Bunlar ve benzerleri, insanın dinî yükümlülüklerden ve ibadetlerden kaçmak için kendisini inandırdığı bahaneler. Din felsefesi üzerine çalışmaları ile tanınan Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman, en çok kullandığımız bahaneler ile bunlara dinî kaynaklardan verdiği cevapları kitaplaştırdı. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise senin elinde senet yok ki, ona maliksin. Öyle ise hakikî ömrünü bulunduğun gün bil. Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese yeni bir âlemin kapısıdır.” uyarısı ile kulağa ve nefse hoş gelen sözlere takılmadan, bugünü ahiretimiz için azık yapmak kurtuluşun reçetesi.

İnsan, kendini var eden, sayısız nimet ve imkân ile onu gözeten Rabbine karşı nankördür çoğu zaman. Musibet anında yakaran, rahata erdiğindeyse yakarışlarını unutan bir varlık. Geçici dünya heveslerinin peşinde koşan insanoğlu, neden yaratıldığını ve varlığının amacını sorgulamaya bile fırsat bulamaz. Ancak Rabb’inin emir ve yasaklarına karşı bir bahanesi olur her daim. Dini yükümlülüklerini yerine getirmemek için hem kendini hem de çevresini kandırmada her türlü kurnazlığa aklı erer. Oysa Allah’ın buyruklarına göre yaşamamak için türlü mazeretler ileri sürerek en büyük kötülüğü kendisine yapar. Hesap günü yaşadığı hayattan imtihana çekileceğini bile bile, gittiği yoldan neden geri dönmez ki insanoğlu? Hatalarıyla yüzleşmeyi ne diye sürekli erteler? Üstelik nereye kadar sürecektir bu görmezden gelme? Nesil Yayınları’ndan çıkan ‘Dini Konularda Kendini Kandırmanın 40 Yolu’ isimli kitapta sadece kendimizi kandırdığımız, çoğu birbiriyle çelişkili 40 bahaneyi görmek mümkün.

BENİM KALBİM TEMİZ

“Benim kalbim temiz olduğu için bana önceden malum olur”, “Allah hep gönlüme göre verir”, “Benim kalbim temiz çünkü kimseye zararı olmayan, etliye sütlüye karışmayan kendi halinde bir insanım” şeklinde cümleleri sıkça duyarız. Bu ifadeleri kullananların  kendilerini temize çıkarmaya çalıştıkları aşikâr. İnsan için en tehlikeli olan şey, kalbinin temiz olduğu iddiasıyla dini buyrukları dikkate almaması. Bunun için ileri sürülen bahaneler, genellikle “Ben namaz kılmam, oruç tutmam, ama kalbim temiz” şeklindeki yaklaşımlarla ibadetleri önemsizleştirmeyle ya da dinin emir ve yasaklarını “Allah’ın insanlardan istediği temiz bir kalbe sahip olmaları değil mi?” şeklindeki yorumlara dönüştürmekle gösterir kendini. Ayetlerde ifade edildiği gibi “Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.” (Ali İmran, 119)  İnsan,  gönüllerin özünü ve gerçek niyetleri ancak Allah’ın bileceğini unutmamalı. Asıl olan ‘kalp temizliği’ bizim iddia ettiğimiz değil, ancak Allah’ın razı olacağı kalp temizliğidir.

NASIL OLSA AFFEDİLMEM ARTIK

Bazı insanlar, işledikleri günahlar sebebiyle çok kötü biri olduklarına ve geçmişte yaşadıkları hayattan pişmanlık duysalar da affedilmelerinin mümkün olmadığına inanır. Bu inanışları ise hayatlarına aynı hatalarla devam etmelerine sebep olur. “Zaten ahiretimizi kaybettik, bari bu dünyamızı yaşamaya devam edelim” yanlışına düşer insan. Yani bir manada Allah’ın rahmetinden ümit kestirir şeytan insana. Oysa Kur’an ayetleri bu konuda da uyarılarda bulunur. “De ki: Ey benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affeder. Çünkü O, mutlak Gafur, mutlak Rahim’dir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; çünkü Allah’ın rahmetinden inkâra sapanlar topluluğundan başkası ümit kesmez.” (Yusuf Suresi, 87) “Allah’a karşı hatam çok olduğundan dua ve ibadet etmeye yüzüm yok” şeklindeki ifadeler ile kişi farkında olmadan kendini daha da uzaklaştırır Rabb’inden. Hata yapıyor olmak kulluk vazifelerini yerine getirmeye engel olmamalı. Aksi halde kişi Allah’tan uzaklaştıkça daha da fazla gömülecektir hatalara.

HACIDAN HOCADAN KORKACAKSIN

İnsanların büyük çoğunluğunun dünyevi hırs ve çıkarları sebebiyle dinî kurallara aykırı davranışlar sergilediğini görmek mümkün. Bu davranışlardan herhangi birini sergileyen kişi ‘dindar’ ya da çevresi tarafından ‘dindar’ algılanan biri de olunca işin rengi değişiyor. Oysa dindar olan ya da o şekilde algılanan bir kişinin işlediği suç da herkes gibi kendisini bağlar. Bu suçu işlemesinin sebebi dini inancı değil, kendisidir. İnandığı pek çok şeyi uygulamayan sayısız insan vardır hayatta. Dindar insanlardan ahlâk dışı davranışların beklenmemesi gayet doğal. Ancak burada önemli olan kişilerin olaylar karşısındaki algılarında samimi olup olmadığı. Bu gibi olumsuz durumlarla karşılaşmamanın en etkili yolu ise insanların dinlerini bizzat kaynağından öğrenip günlük hayatlarına yansıtması. Din, ‘hacının hocanın’ ya da herhangi başka bir kişi ve kurumun tekelinde değildir.

PEYGAMBERLER VE ALLAH DOSTLARI GİBİ OLAMAYIZ

Peygamberlerin ve gerçek inananların Allah yolunda, O’nun rızasına uygun yaşamalarının bedeli olarak karşılaştıkları zorluk ve sıkıntılardan örnekler verince, bazı insanların “Biz kimiz ki onlar gibi olalım” şeklinde yorumlarına şahit oluruz. Burada peygamberlerin de, yanlarındaki inananların da insan olduğu unutulur. Evet, onlar üstün insanlardı, ama insanüstü değillerdi. İnsanüstü olmadıkları için de yaptıkları yapılabilir, göze aldıkları fedakârlıklar göze alınabilir. İnsanların bu tarz bahanelerin ardına sığınarak kendilerini kandırmayı bırakmaları gerekir. Şayet bir kişi gönülden ve samimiyetle Rabb’ine hayırlı bir kul olmak istiyorsa, peygamberler gibi olamayacağını değil aksine peygamberler gibi olması gerektiğini bilmesi gerekir.

DİNLERİN ÖZÜ İYİLİKTİR

İnsanı gaflete düşüren bir husus da dinî emirlerin sadece iyiliğe indirgenmesi. “Zaten tüm dinlerin özü iyi bir insan olmak değil mi?”, “Allah’ın kulundan beklediği şey iyi bir insan olmasıdır” şeklinde cümlelerle dinin iyiliğe eşitlendiği görülüyor. Peki, sadece bize sosyal bir çevre sağlayan toplumumuzun ‘iyi’ dediklerini dikkate alarak, bu kabulleri Allah’ın ‘iyi’lerinden üstün tutmak ya da bu ‘iyi’leri belirlerken Allah’ın buyruklarını dikkate almamak ne kadar mantıklı? Kur’an ayetleri, iyiliğin, ancak Allah tarafından ortaya konulan esaslara uygun olduğu oranda geçerli olacağını ifade eder. İyilik anlayışını, Allah’ın diğer emir ve yasaklarından ayrı düşünmek mümkün değil. Dinlerin iyiliğe indirgenmesi konusunda bir başka yanlış anlayış daha var: Hak dinler ile bazı Uzak Doğu inançlarının, aynı şekilde iyiliği öğütledikleri inancından hareketle bir görülmeleri.

ELHAMDÜLİLLAH BİZ DE MÜSLÜMAN’IZ

“Kardeşim yaptığın dinen sakıncalı değil mi?” dediğiniz bir arkadaşınız ya da “Şimdi iş var, akşam eve gidince kılarsın namazını” diyenler, ‘Ama’ ile başlayan bir cümle dahi kurmanıza fırsat vermeden hemen “En nihayetinde biz de Müslüman’ız.”savunmasını yapar. Oysa ki Müslümanlık, onu kimlik olarak taşımakla değil, gereklerini yerine getirmekle kazanılır. Tek başına inanmak yeterli olmaz. “İnsanlar, inandık demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar!” (Ankebut) ayeti, sözle kendini savunanların akıbetini anlamaya yetiyor. Bir hatamız varsa, Müslüman oluşumuzu hatamıza kalkan yapamayız.

AKLIM VE MANTIĞIM YETER BANA  

Yıllarca araştırmalar yapmış, sayısız kitap, makale okumuş ya da yayınlamış kimi ilim insanları vardır; bir kez olsun açıp da Yaratıcı’mın bana gönderdiği mesaj nedir diye İlahi kelamı okumamıştır. Bunun sebebi Allah’ın bazı emirlerini anlamsız bulmalarıdır. Hatta böyle kimseler “Bence bu daha mantıklı” şeklinde cümlelerle savunmalarda bulunur. Nefislerine yenildikleri ve Allah’a güvenmeleri gerektiğini bilmedikleri için bazı konuların hikmetini anlayamamaları bir yana bir de kendini su damlasından var eden Yaratıcısı’na akıl vermeye kalkar insan. Bu düşüncedekilerin  halini “Gerçek şu ki, insan azar; kendini yeterli gördüğünden” (Alak 6-7) ayeti özetliyor.

EMRE DORMAN: TÜM İNANANLARIN KENDİSİYLE YÜZLEŞMESİNİ İSTEDİM

“Bu kitabı yazmak istememin sebebi kendim de dâhil tüm inananların kendileri ile yüzleşmeleri içindi. Biz çoğu zaman farkında olmadan, bazen de farkında olmak istemeyerek Allah’ın razı olmayacağı şeyleri kolayca yapabiliyoruz. Bu hataları yaparken de ya gecikmeden hemen bir bahanenin ardına gizleniyor ya da yaptığımız şeyin hata olduğunu bile bile Allah’ın rahmetine sığınıyoruz. Oysa dinî konularda üretilen bahaneler sadece dünyamızı değil ahiretimizi de ilgilendirir. Dolayısıyla geç olmadan kendimizle yüzleşerek Müslümanlığımızı sorgulamamız gerekir. Arkasına sığındığımız bahaneleri terk ederek samimi bir şekilde Allah’ın rızasına uygun bir kul olabiliriz. Dünyalık her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışan insan, başına gelebilecek en büyük fırsat olan hatalarından dönerek Allah’a yönelme fırsatını kaçırmamalı ve kendisine verilen ömür sermayesini yok yere tüketip boş uğraşlar uğruna harcamamalıdır. Dünyalık tüm edinimler dünyada kalır. İnsanın yanına kâr kalacak olan, ahiretine yönelik kazanımları.”

29 Kasım 2013

8.Sınıflar 1. Dönem Ortak Sınavları Soru Kitapçıkları ve Cevap Anahtarı

8.Sınıflar 1. Dönem Ortak Sınavları Soru Kitapçıkları ve Cevap Anahtarı

DERSLER KİTAPÇIKLAR
Türkçe  A Kitapçığı    B Kitapçığı  Görme Engelliler
Matematik  A Kitapçığı   B Kitapçığı Görme Engelliler
Din Kültürü  A Kitapçığı   B Kitapçığı Görme Engelliler
Fen ve Teknoloji    A Kitapçığı   B Kitapçığı Görme Engelliler
İnkilap Tarihi  A Kitapçığı   B Kitapçığı Görme Engelliler
İngilizce  A Kitapçığı   B Kitapçığı Görme Engelliler
Almanca  C Kitapçığı   D Kitapçığı  
Fransızca  E Kitapçığı   F Kitapçığı  
İtalyanca  G Kitapçığı   H Kitapçığı  

HARAM LOKMA ILE BASLENEN NESİL

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), haram lokmadan gelişen bir insanın vücudundaki etin ancak cehennemle temizleneceğini ifade buyururlar.

Bu sebeple haram lokma mevzuunda başta ashab-ı kiram olmak üzere bütün ehlullah azami derecede bir hassasiyet göstermişlerdir.

Hz. Ebu Bekir, kendisine her gün yemeğini getiren hizmetçisine, her defasında yemeği nereden getirdiğini, hangi yolla tedarik ettiğini sorardı. Bir defasında sormayı unutmuş -ihtimal uzun zaman aç kalmıştı.-  Lokmayı ağzına koyduktan sonra aklına gelmiş ve hizmetçisine yemeği nereden temin ettiğini sormuştu. Hizmetçisi de: “Ey Allah’ın peygamberinin halifesi! Ben cahiliye devrinde arraflık (gaipten haber veren, kâhinlik, falcılık) yapıyordum. Halk bunun karşılığında bana para verirdi. O dönemlerde yaptığım işlerden dolayı birisinden alacağım vardı. Onu aldım ve bu yemeği onunla yaptım.” Bunu duyan Hz. Ebu Bekir’in birden rengi attı, elini gırtlağına kadar götürerek midesinde ve gırtlağında bulunan şeyleri dışarıya çıkardı. Onun bu hassasiyetini gören sahabe, “Ey Allah’ın Peygamber’inin halifesi! Bu kadarı fazla değil mi? Ne diye kendine bu kadar eza ediyorsun?” diye sordular. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir şöyle cevap verdi: “Ben Resul-i Ekrem’den işittim. O (sallallahu aleyhi ve sellem), vücudunda bir tek haram lokma bulunan bir insanın ancak cehennemle temizlenebileceğini buyurmuştu.”

İnsanın vücudunda bir lokma haram bir şey bulunursa, o lokmanın hâsıl ettiği her şey bir manada kirlenir ve onu da ancak ateş temizler. O kişinin bir evladı dünyaya gelirse o çocuk haramzâde olur. Ancak şunu hemen ifade etmeliyim ki, haram yiyen herkesin evladı yüzde yüz haramzâde olmaz. Çok kötü kimseler vardır ki kazançları kötüdür, ancak bu kötü kazançları içinde iyi kazançları, kendilerinin iyi tarafları, üstün meziyetleri, talim ve terbiye mevzuunda takdir edilecek yönleri de vardır. Bunlardan bazen iyi evlat dünyaya gelebilir. İyi kimselerin de bazen kötü tarafları ve kötü kazançları vardır da bu tür kimselerden kötü evlat da olabilir.

Abdulkadir Geylani, Şazeli, Nakşibendi gibi mana âleminin sultanları ruhî tecrübeleriyle haram lokmanın insanlar üzerinde menfi tesir icra ettiğini ifade buyurmaktadırlar ve bu sahanın hekimleri olarak bize, yenilen haram lokmaların bazı haramzâdelerin meydana gelmesine yol açtığını söylemektedirler. Bu ihtimal yüzde bir ve yüzde iki nispetinde dahi olsa herkes tir tir titremelidir.

Portakal Suyunun Yaptığı

Bu mevzuyla alakalı şöyle bir menkıbe anlatılır: Ehlullahtan birinin oğlunun kötü bir huyu vardır. Bu çocuk devamlı surette tulumlarla su taşıyan kişilerin tulumlarını çuvaldızla deler ve insanlara eziyet edermiş. Zamanla bu durumdan çok rahatsız olan ahali, meseleyi babasına naklederler. Bu zat, oğlunun yaptıklarını öğrenince çok üzülür ve bir o kadar da şaşırır. Durumu eşine açar ve bunun sebebinin ikisinden biri olduğunu söyleyip hanımından çocuğa hamileyken yanlış bir harekette bulunup bulunmadığını sorar. Hanımı düşünür taşınır ve eşine şunları anlatır: “Hamileyken komşunun evine gitmiştim. Orada canım portakal çekti. Baktım, masanın üzerinde portakallar var. Komşum görmeden elimdeki iğneyi portakala saplayıp onun suyunu içmiştim.” Bunun üzerine evin babası şunları söyler: “İşte o iğneyi portakala saplaman, evladımızda tulumları delme şeklinde tezahür etti. Şimdi huzur-u kibriyaya yönel, ağla ki Allah günahını affetsin.” Kadın ağlayıp dua dua yalvarırken ötede çocuğunun içine birden bire bir şey doğar ve, “Bu yaptığım iş bana hiç yakışmıyor. Artık ben bir şey yapmamalıyım” diyerek elindeki çuvaldızı atar ve koşar.

Hz. İmam Azam’ın bir buçuk günde Kur’an’ı ezberlediği söylenir. Bu, devrimizin insanına mübalağa gelebilir. Hâlbuki ben günde on-on iki sayfa ezber yapan insan da gördüm. Babam, otuz günde Kur’an’ın ezberleyen nadide fıtratlardan bahsederdi. Einstein, Hegel ve Descartes gibi kimseler de nadide fıtratlardır. Ama biz onları görmediğimiz için garipseyebiliriz. İmam Şafii, “Hayatımda bir şey unuttuğumu hiç hatırlamıyorum” demektedir. Tabiinin küçüklerinden Zühri’nin sekiz yaşında iken bir hafta gibi kısa bir sürede Kur’an’ı ezberlediği rivayet edilmektedir.

Tesir Edecek Nasihat

İşte İmam-ı Azam da bu nadide fıtratların başında gelmektedir. O, Batı’da ağırlığıyla İslam âleminin büyük hukukçusu olarak kendisini kabul ettirmiş devasa bir âlimdir. Aynı zamanda pratik hayatta da büyük bir tüccardır. Onun bir buçuk günde Kur’an’ı hatmettiği rivayet edilmektedir. Burada ona atfedilen bir menkıbeyi de hatırlatmak yerinde olacaktır: Çocuğun birine bal dokunuyordur; anne ve babası çocuğa onca “bal yeme!” tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam etmektedir. Derken bir gün anne ve babası çocuğu elinden tutup Hz. İmam’ın huzuruna getirirler ve “Bu çocuk bal yiyor; biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor.” derler. Hz. İmam, “Götürün, bu çocuğu kırk gün sonra bana getirin.” der. Kırk gün sonra yeniden getirirler. İmam çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder. Çocuk kalkarken babasının elini öper ve, “Babacığım! Bir daha bal yemeyeceğim” der. Oradakiler, “Ya İmam, ilk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?” diye sorduklarında, İmam onlara şöyle cevap verir:

“Siz, çocuğu bana getirdiğiniz gün ben bal yemiştim. Eğer kendim yaptığım bir şeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım ihtimal nasihatim etkili olmayacaktı. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim.”

İşte bu büyük zatın babası olan Sabit’in harama karşı büyük bir hassasiyeti vardı. Onunla alakalı da şöyle bir menkıbe anlatılır: Sabit bir gün abdest almak için bir dere kenarına gider. Suda bir elma görür. Suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yer. Fakat tükürüğünde kan görür. Şimdiye kadar böyle bir hal görmediği için tükürükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin eder ve birden yediğine pişman olur. Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gider. Adamı bulur. Adam hakkını helal etmesi için bir şart koşar ve, “Benim kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var. Bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.” der. Sabit Hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul eder. Düğün hazırlığı yapılır. Sabit Hazretleri’nin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir olur. Hemen kayınpederine koşup, “Bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok.” der. Kayınpederi tebessüm ederek, “Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allah Teâlâ mübarek ve mesut etsin.” der. İşte bu evlilikten, yani böyle bir ana ve babadan İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri dünyaya gelir. Bir gün, Kur’an’ı bir buçuk günde ezberleyen İmam-ı Azam’a annesi şöyle der: “Eğer baban o elmayı ısırmasaydı sen Kur’an’ı bir günde ezberleyecektin.” Tabii bunların hepsi menkıbedir. Önemli olan bunlardan ders çıkarabilmektedir.

 

ERZURUM'DA HALI YIKAMA SİZE BİR TELEFON KADAR YAKIN

TOMURCUK HALI YIKAMA
0442 214 19 34
0533 371 19 33

IŞILTI HALI YIKAMA
0442 242 05 97
0530 175 3414

POLAT HALI YIKAMA
0534 334 59 08
0 507 046 83 47

BURSADAKİ TORTUM DEMİRCİLER KÖYLÜLERİNİ MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ

Bursa'da yaşayan köylülerimiz ayda bir 27 hane reisi olarak toplanıyor. Kuranı Kerim okuyor, dua ediyor, birbirlerinden haberdar oluyor.
HABER YENİ FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ