BİR FATİHA DA SENDEN OLSUN

KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? TIKLA DA GÖR

             Allah (cc), Kuran-ı Kerim’de Ankebut suresi   55. ayetinde:” Her canlı ölümü tadacaktır.”diyor. Bizler ve bu yazıyı siz...

30 Kasım 2014

Grip olmak istemiyorsanız mutlaka okuyun!

Soğuk havaların gelmesiyle birlikte soğuk algınlığı vakaları da hızla artmaya başladı. 

Soğuk havaların gelmesiyle birlikte soğuk algınlığı vakaları da hızla artmaya başladı. Aktarlar ise konu hakkında vatandaşların kimyasal ürünlerden uzak durmasını, bitkisel çaylar tüketmesini ve doğal meyve-sebzeleri iyice yıkayıp bol bol tüketmelerini tavsiye ediyor.

Sakarya’nın Adapazarı ilçesinde aktarlık yapan ve Balcı Ahmet olarak tanınan Ahmet Yaman, kış aylarının gelmesiyle birlikte vatandaşların soğuk algınlığından daha sağlıklı bir şekilde korunabilmeleri için kimyasal olan ilaç ve ürünlerden kesinlikle uzak durmalarını ve bunun yerine doğal bitkisel karışım meyve çaylarını tüketmeleri gerektiğini söyledi. Ayrıca Yaman, nane-limonun doğal olanının kaynatılıp içmenin de soğuk algınlığının atlatılmasında en sağlıklı yöntemlerden biri olduğunu hatırlattı.

Kendi üretmiş olduğu ve soğuk algınlığına birebir olan safari çayının içerisinde hibisküs, kuşburnu, zencefil, havlıcan, çörek otu, ısırgan tohumu, portakal kabuğu, elma kabuğu, kakule ve karanfil olduğunu anlatan Balcı Ahmet, soğuk algınlığından korunmak için safari çayının her gün tüketilmesi gerektiğini söyledi. Aktar Yaman, “Safari çayını bir bardak sıcak suya bir miktar koyup 8 ila 10 dakika arası bekledikten sonra bal ile tatlandırıp içmek gerekiyor” diyerek, şekerden ise kesinlikle uzak durulması gerektiğinin ve tatlandırma için genellikle bal kullanılmasının daha sağlıklı olduğunun altını çizdi.

Balcı Ahmet Yaman, ayrıca kış aylarında doğal meyvelerin bol bol tüketilmesi gerektiğini ifade ederek, “Kış aylarında sağlıklı gıdaların tüketilmesi gerekir. Kimyasal maddeler olan yiyecekler tüketilmemelidir. Bütün gıdalarda koruyucu madde var. Bu koruyucu maddeler bağışıklık sisteminin kuvvetlendirmiyor. Alacağınız ürünleri titizlikle seçin, doğal olmasına kesinlikle dikkat edilmelidir” diye konuştu.

29 Kasım 2014

GRİBTEN KORUNMANIN YOLLARI

 Hastalığın görülme sıklığı eylül -ekim ayları arasında artıp nisan ayı sonlarına doğru gerilemeye başlar. Hastalığın bulaşması ‘damlacık yolu’ iledir. Hasta kişilerin öksürük sırasında havaya yaydığı virüs içeren damlacıkların bir başkası tarafından solunum yolu ile alınması nedeni ile olur.

Hastalık geliştikten sonra kesintedavisi yoktur, ancak hastaların şikayetlerinin azaltılması ve yaşam kalitelerinin artırılması için bazı tedaviler uygulanabilir. Önemli olan ise hastalığın etkilerinin gelişmesini önleyebilmek ve zamanında fark edip müdahale edebilmektir. Antibiyotiğe dikkat!  Hastalığın gerekli ölçüde takip ve tedavi edilmesi önemlidir ama sık yapılan bir hata ise kişilerin gereklilik olmadan antibiyotik kullanmalarıdır. Burada akılda tutulması gereken birçok üst solunum yolu enfeksiyonunun etken bakteriler olsa bile antibiyotik tedavisine ihtiyaç duymadan bağışıklık sistemimiz tarafından yenilebileceğidir. Kışın hasta olmamak için neler yapacağız? 
 
1-Öncelikle sağlıklı ve dengeli beslenmeyi hayatınızın ana merkezine alın.
 
 
 
2- Fiziksel egzersiz, düzenli uykuyu asla ihmal etmeyin.
 
 
 
3- Hijyen koşulların özen gösterin, sık sık el yıkama alışkanlığı kazanın.
 
 
 
4-Grip aşısı yaptıralım mı?
 
 
 
Her yıl dünya sağlık örgütünce belirlenen yeni virüs çeşitlerini kapsayacak şekilce grip aşısı geliştirilir. Bu aşının uygulanmasını takiben 1-2 hafta içerisinde kişilerde bağışıklık gelişir. Bu süre içinde hastalığa yakalanma riski devam etmektedir. Aşı en kapsamlı şekilde geliştirilmeye çalışılsa da yine de hastalığa yakalanılabilir ancak bu halde hastalık daha hafif seyreder. Dileyen herkes aşı yaptırabilir ancak özellikle aşı yaptırması önerilenler astım, KOAH , bronşektazi gibi solunum yolu hastalığı olanlar, kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği, diyabet gibi kronik hastalığı olanlar, bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler, kanser hastaları, steroid (kortizon içerikli) tedavi alanlar, sağlık çalışanları ve yaşlılardır. Dikkat edilmesi gereken, yumurta alerjisi olanlara bu aşının uygulanamayacağıdır. Aşı her yıl tekrarlanmalıdır.
 
5-Vitamin
 
 
C Vitamini içeren besinleri tüketin: Özellikle portakal, mandalina, limon, domates, yeşil biber gibi C vitaminince zengin taze sebze ve meyveleri sıkça tüketin. 
 
6-Bitki çayları ile korunun
 
 
 
Ihlamur, zencefil, ekinezya gibi doğal bitki çaylarının tüketilmesi koruyucu ve güçlendirici olabilmektedir. 
 
7-Egzersiz
 
 
 
Mücadeleye açıkhava yürüyüşleri ile başlayın: Düzenli hareket ve fiziksel egzersiz yapan kişilerde tüm hastalıklara yakalanma oranı azalacağı gibi bu hastalıklarla mücadele güçleri de artacaktır; Açıkhava yürüyüşleri, koşu, yüzme gibi egzersizler tercih edilmelidir ancak önemli olan bu çalışmaları düzenli yapabilmemiz ve devam ettirmemizdir. 
 
8-Sigaraya HAYIR
 
 
 
Sigaradan uzak durmak kendimiz için atacağımız en önemli adımlardandır. Önlem alabilmek adına hijyen koşullarımıza da dikkat etmeliyiz. 
 
9-Tenhalarda dolaşın
 
 
 
Kalabalıktan uzak durun: Salgın döneminde kalabalık ortamlardan olabildiğince uzak durmaya çalışmak veya o ortamda kaldığımız süreyi en aza indirmek, mecbur kalmadıkça tokalaşmamak veya tokalaşma ve temas sonrasında hemen ellerimiz yıkamak bu önlemlerdendir. 
 
10-Salgın önlemi
 
 
 
Ateşli çocuğu okula göndermeyin: Ailelerin de ateşli çocuklarını iyileşene kadar okula göndermemeleri salgınların önlenmesi için önerilmektedir. Doğru zamanda yapılması planlanan aşı da alınabilecek önlemlerin başında gelmektedir.

28 Kasım 2014

Kurtuluşumuzun olmazsa olmazı İslam


Mahmut Toptaş
28-11-2014

Kurtuluşumuz Müslümanların zengin olmasına bağlı diyenler, Karun’un malıyla nasıl helak olduğunu Kur’an’dan öğreniversinler.
Çağımızda en zengin insanlarımızın hazineyi nasıl hortumladığını araştırmalarına gerek yok köy ve mahalle kahvehanelerinde konuşulan bir şey.
Kapitalizme ve komünizme esir olan her ülkenin kaçınılmaz sonu soygundur.
Zengin olunmadan, kâfir köpekleri satın almadan başarı sağlanamaz diyen birçok mücahidimizin gidişini gördük ama dönüşünü göremedik.
Bu yaz birini gördüm, sakalı ve bıyığı kazımış. Kapalı hanımı bırakmış. Devlet İslami olmadığı için o günlerde Cuma namazı kılmayan bu mücahidimiz, beş vakit namaza da zaman bulamıyormuş.
Kurtuluşumuz ilimle.
Ama bu sözümden kastettiğim İngilizce öğrenmek de değil.
İngiltere’nin gelir kaynaklarının başında İngilizce öğretmekten elde ettiği paralar gelirmiş…
Zimbabve, Zambiya, halkına İngilizceyi resmi dil yapmış ama bu dil onlara zenginlik ve aydınlık getirmemiş.
Öyle olsa Amerika’da 300 milyon ilim adamının varlığını kabul etmiş olacağız.
Aylık geliri on dolar bile olmayan İngiliz sömürgesi mahkûmu devletlerin bütün halkları İngilizce konuşurlar ama aç kalkıp aç yatarlar.
İki üniversite bitiren üç dil bilen Rus kadınları karınlarını doyurmak için kendilerini dünyaya satmaya çalışıyorlar.
Dünya devletleri arasında eğitim seviyesi en yüksek ülkeler arasında Singapur, Estonya, Güney Kore, Finlandiya gibi devletler ilk onun içine giriyormuş.
Birleşmiş Milletler’in  Güvenlik Konseyi ülkesi olan ABD, Fransa, Rusya ve Çin’deki eğitim ilk ona giremiyormuş yalnız İngiltere giriyormuş.
Tabi eğitimde ölçü, kaliteli üniversitelerinin olması değil, halkının hepsinin veya çoğunluğunun üniversite bitirmiş olmasıdır.
Singapur, eğitimde, ekonomide, milli gelirden pay almada dünya sıralamasında ilk başlarda gelirken uluslararası saygınlıkta hiç bir yerde adını duymamız mümkin değil.
Eğitimde ilk sıralarda olan, Amerika’nın önünde bulunan Güney Kore, siyasi yönden Amerika’nın himayesinde yaşarken ekonomik yönden eğitimli insanlarını iki yüz dolar için Arap ülkelerine gönderir.
Kuveyt’in ekonomik sorunu yoktur ama gelen vurur, giden vurur.
Sevgili Peygamberimize inen Kur’an-ı Kerim’in ilk ayeti “Oku” diye başlar.
Ama hemen arkasından ilk okunacak şeyin her insanı ve evreni yaratan Rabbin adıyla Kur’an’ın okunmasını ister.
Arkasından inen Kalem süresiyle okunanı yazmaya dikkat çeker.
Duha süresinde Sevgili Peygamberimizin yetim ve fakir olduğuna özellikle dikkatimizi çeker.
Başarı ve saygınlık, ilimle olacaktır ama  okunan şey, bizim gibi birilerinin ölümlü fikirlerinin değil, bütün aydınları, düşünürleri, filozofları, şairleri, siyasileri yaratan, yaşatan ve yöneten Allah’ın kitabını okumakla ve okutmakla olacak.  
Tabiat kitabından matematik, fizik, kimya, biyoloji, deniz bilimleri, uzay bilimleri... okunacak ama bütün bu tabiat kanunlarını koyanın tabiat kanunlarına uyulunca tenimiz rahat ettiğini bildiğimiz gibi Kur’an’daki kurallarına da uyulunca canımız ve toplum vücudumuzun rahat edeceğini bilmemiz gerekir.
O yetim ve fakir olan Sevgili Peygamberimiz, ümmi bir toplumu eğitimli hale getirdikten sonra her ev halkının ekonomik durumunu peygamber ve devlet başkanı olan Sevgili Peygamberimizin evinde olanla denk hale getirmiş.
Kalem süresinde kapitalistlerin fakirlerden mal kaçırırken başlarına gelen felaketi haber vermiş Rabbimiz.
23 yılda Türkiye’nin iki katı toprak üzerindeki insanların Müslüman olmasına vesile olmuş.
On sene sonra onu örnek alan Hazreti Ömer zamanında Kudüs, Mısır, Şam, Bizans’ın zulmünden kurtarılmış ve Müslüman olmuşlar, Pers İmparatorluğu’nun bütün illeri ve kulları Allah’a kul olmayı seçmişler.
İşte başarı bu. 

25 Kasım 2014

24 Kasım Öğretmenler günü-3

Mehmet Talü

25-11-2014

Öğretmenler Günü, “vaatlerin değil, yapılan işlerin gururla anlatıldığı bir gün” olması gerekir. Öğretmenler, ekonomik ve sosyal haklar açısından yaşadıkları sorunlar nedeniyle etüt, kurs, özel ders vermektedirler. Çünkü öğretmenin kafası, “ay sonunu nasıl getireceği” ile meşguldür. “Her şeyin öğretmenden beklenme alışkanlığı” hâkimdir. “Alt yapı hazırlanmadan, bu maaşla ele güne muhtaç hale getirilen öğretmenlere emir verenler hiç mi düşünmüyor?” 
Seçim meydanlarında verilen, “eşit işe eşit ücret” vaadi, “havada kalmıştır.” Hükümetin öğretmenlere adil davranması ve diğer çalışanlarla durumlarını eşitlemesi gerekir.
Geleceğimiz öğretmenlere emanet, ya öğretmenler?..
Öğretmenim sahipsiz. Vaziyet perişan. Gelecek nesillerin kilometre taşı olan öğretmenler yetersiz eğitim imkânları, yetersiz maaşları ve düşük ek dersleri, tayin ve nakil konusunda çektikleri sıkıntı ile adeta üvey evlat muamelesi görüyor. Dünyadaki meslektaşları ile kıyaslanmayacak derecede kötü çalışma şartları ile mücadele eden öğretmenlerin, yüzde 44’ü hafta sonlarında, yüzde 79’u da sömestr ve yaz tatillerinde ek işlerde çalışıyor.
Cumhuriyetin kendilerine emanet edildiği öğretmenleri, hükümet sahipsiz bıraktı. “Eğitim ordusu kan ağlıyor”. AB ülkelerinde öğretmenler yıllık iyi ücret alırken, Türkiye’de öğretmenler bu rakamın üçte biri civarında ücretle çalışıyor.
Bir 24 Kasım daha geldi. Maalesef Türkiye’de değişen bir şey yok. Öğretmenlerimiz ekonomik ve özlük haklar açısından refaha kavuşmuş değildir.
Bir kısım çevreler, Öğretmenler Günü’nü “prosedür icabı” kutlamaktadır. Bu sebeple öğretmenler günü yine yaralara merhem olmayacak, yine öğretmenlerin çığlıkları sahipsiz kalacaktır. 
Öğretmenler ekonomik durumları iyileştirilmeli
Geleceğimizi yetiştiren beyinler, geçim derdinde. Öğretmenler, bugün geçim sıkıntısı içinde kıvranmakta, layık oldukları ilgiyi, önemi ve desteği görememektedirler. 
Yapılan araştırmalarda öğretmenlerin yaklaşık yüzde 40’ı ek iş yaparak geçinmekte, yüzde 80’i kredi kartı borç batağında çırpınmakta, büyük şehirlerde görev yapan öğretmenlerin de maaşlarının yüzde 55’ini ev kirasına vermektedirler. 
Öğretmenler, bir ülkenin yetiştirdiği kuşakların hamurunu karan, mayasını katan, yoğuran ve şeklini veren ustalardır. 
Yeni nesil, öğretmenlerin eseridir. Hepimizin bugünlere gelmesinde yoğun emekleri bulunan öğretmenlerimizin 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü en içten dileklerimle kutluyorum. 
Öğrencilerin uyması gereken kurallar 
Öğrenci öğretmenine karşı: 
“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”  ayet-i kerimesindeki bildirilen bilenlerle bilmeyenler arasındaki farkın idrakinde olarak hareket etmelidir. 
Yine Hz. Ali’nin (R.A.) “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözündeki sırrı iyi anlayarak öğretmenine karşı gerekli tevazuu göstermelidir. 
Öğrenci öğretmenine karşı soru sorma hakkını istismar etmemelidir. 
Öğretmen öğrenci ilişkilerindeki sevgi-saygı çerçevesine de dikkat ederek bilmediklerini öğrenmek yahut anlayamadıklarını daha iyi idrak edebilmek adına öğretmenine soru yöneltmelidir. 
Öğretmenini küçük düşürme, rencide etme yahut dersi sabote etme amaçlı sorulardan kaçınmalıdır.

24 Kasım 2014

Öğretmenimin (hocamın) günü

Mevlüt Özcan

22-11-2014

Vefasızlığın geçer akçe olduğu toplumlarda “bir gün” ihdas etmek moda olur. Söz konusu gün kimin ile ilgili ise o gün seyreyleyin siz nutuk çekenleri.
Kanunî’nin:
“Güle gûş ettiremez boş yere bülbül inler
Varak-ı mührü vefa kim okur kim dinler” beytinde olduğu gibi havanda su dövülür. 
 “Bugün Öğretmenler Günü”ymüş. Bana göre bugünü ihdas edenler, öğretmenlik mesleğinin hiçbir değerinin kalmadığını buna bir değer kazandırmak gerektiğini idrak edenlerdir.
Öğretmenliğin toplumdaki itibarı hangi seviyede?
Bu soruyu devleti yöneten yönetemeyeceklere sormalıdır.
Devleti eline geçiren, maarifin temelini dinamitlemiştir. Bu sistem öğretmeni katleden bir sistemdir. Çark budur, maalesef.
Oysaki öğretmenlik bir meslektir. Sıradan değil yüksek bir meslektir. Herkesin yapacağı bir iş değil, Allah vergisidir. Yaratılıştan öğretmenlik vasıflarına haiz olmayan kimselerin iyi öğretmen olması da mümkün değildir.
Bugün öğretmenlik kutsal olmaktan çıkmış, esnaflaşmıştır. Yani öğretmenlik, alelâde bir geçim vasıtası gibi düşünülmektedir. Hâlbuki öğretmenlikten maksat, para kazanmak değil, topluma memleketin istikbaline ve bilhassa Allah’ın rızasına hizmet etmektir.
Öğretmen, geçim kaygısı ve para derdi ile yırtınır noktaya getirilmemelidir.
Neslin selameti için, devletin üç kesime çok önem vermesi gerekir.
1- Ana
2- İmam
3- Muallim
Devlet, bu üç kesimin de canına okumaktadır.
Dünyanın neresinde görülmüş? Senin başın örtülü, sende sakal var, senin kravatın yok; bahaneleriyle öğretmenlik görevlerine son verilen insanlar. Bu zalimler kim adına bu milletin evlatlarına zulmediyorlar.
Milletine zulmedenler de biliyorlar ki, insanlığın yükselmesi ve yıkılışları her zaman okulda hazırlanmıştır.
Genç nesillerin okulda yoğrulması, geleceğin hayatını hazırlar. Bugünkü okul, manevî kudret kaynağı olmaktan çıkmıştır, sönmüş bir ocaktır. Günümüzde maalesef, ilim inkârı vasıtada silah olarak kullanılıyor.
Hangi ülke huzur istiyorsa, önce maarifine dikkat etsin. Bu maarif insanı, insan yapacak hususlara yeterli ağırlık vermiyor. 
Bugün ülkemiz anarşi ve terörle iç içe ise, enflasyon varsa, toplumda güven ve iç barış yoksa, ücret dengesizliği varsa, yönetenler ve yönetilenler birbirlerine karşı itimatsızsa bunun tek sebebi eğitim sistemi, eğitimciler ve siyasilerdir.
Eğitim çözümdür. Biz de uygulanan eğitim sürekli problem olmuştur.
İlkokullara verdiğimiz milyonlarca melek gibi evladımız ortaokullarda beyinleri yıkanmış birer anarşist olarak karşımıza çıkmaktadır.
Devlet, takip ettiği eğitim politikasıyla hem öğretmeni perişan etmekte, hem de milletin geleceğini karanlıklara sürüklemektedir. Bu gidişat ile tertip edilen “Öğretmenler Günü” de bir uyutmacadan ibarettir. Kimse kimseyi kandırmaya kalkışmasın.

24 Kasım Öğretmenler Günü-2

Mehmet Talü
24-11-2014

Bu saydığımız hususlar eğitim açısından, eğitimcilerin başarılı olması bakımından son derece elzem olan hususlardır. Öğretmen camiasının “elleri öpülesi” öğretmen olabilmeleri için, yerine getirmeleri gereken hususlardır. Unutulmasın ki muallimlik mesleği “peygamberler mesleğidir” ve hakkıyla icra edilmesi gerekir.
Bu vesileyle öğretmenlerimizin yukarıdaki hususları bir kez daha dikkate almalarını rica ediyor, eleştirilerini bekliyor ve başarılar diliyorum…
Eğitim sistemi içler acısı
İnsanlığın gelişmesinde, medeniyetlerin ilerlemesinde, dünya barışının tesisi için dayanışma sağlanmasında ve insanlığın huzur ve refahı için gerekli ortamın hazırlanmasında öğretmenin yüklendiği büyük rol göz ardı edilemez. Bunun için, toplumların en önemli görevi, üstün meziyetlere sahip öğretmenler yetiştirmektir.
Günümüz Türkiye’sinde yaşanan sıkıntılı süreçte öğretmenlerimize her zamankinden fazla görev düşmektedir. Dünyanın genç nüfusu en yoğun ülkelerinden biri olmakla övünürken, gençliğinin büyük çoğunluğunu ne yazık ki, iletişim araçları ile ortaya konulmuş popüler söyleme endeksli, kurtlar vadisinde dolaşmaya hevesli, stadyumlarda, eğlence ve konser salonlarında eğlenen tek tip bir gençlik oluşturma yolunda bir ülke seviyesine düşürmeye çalışanlar var. 
Gençliğimize kurulan tuzaklar bu kadar da değildir. Türkiye’de ortaöğretim kurumları adeta başıboş bırakılarak, buradaki evlatlarımız uyuşturucu tacirlerinin, misyonerlerin ve ahlaki tahribatın pençesine bırakılmıştır. Yeniden Sağlık ve Eğitim Vakfı’nın yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de 15-17 yaş grubundaki gençler arasında sigara, alkol ve uyuşturucu maddeye başlama yaşı 13’e kadar düşmüş. Araştırma, 24-25 bin ilköğretim ve lise öğrencisi üzerinde yapılmıştır. İlköğretim öğrencilerinin yüzde 16’sının hayatları boyunca en az bir kez sigara kullandıkları tespit edilmiş, bu çocuklar arasında sigaraya başlama yaşı da ortalama 11 olarak belirlenmiştir. Aynı araştırma, her gün en az bir kez alkol kullanan öğrenci oranının yüzde 15 olduğunu göstermektedir. Türkiye’de lise ikinci sınıf öğrencileri arasında sigara, alkol, uçucu madde ve hap kullanımında ilk sırada İzmir ilimiz yer almaktadır. 1998 yılında yapılan benzeri bir araştırmaya göre, o günden bu yana extasy kullanımı iki kattan fazla, eroin kullanımı iki kat, hap kullanımı 1,5 kat ve esrar kullanımı yüzde bir oranında artmıştır. Tüm bunlarla birlikte ülkemizin yaşadığı ekonomik sıkıntılarla da bağlantılı olarak gençliğimiz gelecek endişesi içerisine düşmüştür, ÖSS ve tüm eğitim süreci boyunca devam eden çarpık sınav uygulamaları ile eğitimden soğumuş, hayattan bezmiş, öylece yaşayıp giden idealsiz, şuursuz, ülke meselelerine duyarsız, özgüvenden yoksun bir genç kesim oluşmuştur. 
İşte böyle bir ortamda, gençliği içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtaracak kişiler öncelikle öğretmenlerdir. Çünkü hepimizin malumu olduğu üzere, çocuklarımız, ilköğretimden itibaren ailesinden daha fazla okul ortamında zaman geçirmektedir. Öğretmen, çocuğun birinci örneğidir. 
O halde öğretmenlerimiz de vasıflı insanlardan seçilerek görevlendirilmeli, ekonomik ve sosyal güvenceye kavuşturulmalı, öğretmenlik cazip bir meslek haline getirilmelidir.
Şanlı bir tarihin mirasçıları olan ve bu topraklarda en büyük medeniyetleri kuran aziz milletimiz, bugünkü modern ilimlerin temelini atan pek çok âlim yetiştirmiştir. Bugün de doğru politikalarla bu atmosfer yeniden sağlanmalıdır. Şurası bir gerçek ki; ülkemizi medeniyet yarışında “lider ülke” yapacak ve insanımıza hayırlı hizmetler verebilecek vatan evlatlarının maddi ve manevi açıdan iyi yetişmesini sağlayacak fedakâr öğretmenlerimizin de, öğretmen olma arzusunu taşıyan gençlerimizin de Millî Görüş iktidarına ihtiyacı vardır.
Millî Görüş iktidarıyla yaşanacak huzur ve barış dolu müreffeh günlerin yakın olması dileklerimizle, tüm öğretmenlerimizin ellerinden öpüyoruz.
“Öğretmenler günü kutlu olsun.”
Vaatlerin anlatıldığı bir gün olmasın. 

 

23 Kasım 2014

24 Kasım Öğretmenler Günü-1


Mehmet Talü
23-11-2014
Milli Gazete

Öğretmenlikte başarının sırları ve elleri öpülesi öğretmenler...  
Öğretmenlik zor meslektir. Başlı başına bir insan yetiştirme sanatı olan öğretmenlik, çok zor ve o denli meşakkatli bir zanaattır. Öğrencilerle uğraşmak, onlarla hemhal olmak, onları yönlendirip istikamet vermek çok ama çok kârlı bir eylemdir.
Bu açıdan bakıldığında öğretmenlik çok dikkat gerektiren bir meslektir. Hocaların bundan dolayı hata yapma lüksleri yoktur.
Öğretmen bir kuyumcu titizliği ile bir fidan gibi büyüyen çocukları maddi ve manevi olarak eğitecektir. Bu eğitim sırasında hocalar alabildiğine duyarlı davranarak çocukların ruh ve düşünce dünyalarını müspet olarak etkileyeceklerdir. Yetkin ve o derece mesleğine kendilerini adamış olmaları öğretmenler için bir ön koşuldur. 
Bu bağlamda ilkokuldan üniversiteye kadar onlarca öğretmenin hayatımıza yön verdiği bir gerçektir. Lâkin neredeyse yirmi yıla yaklaşan eğitim-öğretim döneminde geriye doğru baktığımızda bütün öğretmenleri değil de bazı öğretmenleri hatırlamamız çok ilginçtir. Dayakçı öğretmenler, notu silah olarak kullanan öğretmenler, öğrenciler arasında ayırım yapan, onurlarını kırıp öğrencilerini rencide eden öğretmenler nedense pek hatırlanmaz. Hatırlansa dahi hayırla kulakları çınlatılmaz. Hatta bazen yıllar sonra karşılaşıldığında bile görmezden gelinir. 
Ne var ki öyle öğretmenler de vardır ki, onlar hayatın sonuna kadar unutulmaz. Konu eğitimden açıldığında hep onlardan bahsedilir, örnekler verilir ve hep hayırla anılır, karşılaşıldığında saygıyla elleri öpülür. İşte bu çok başarılı, hayatımıza yön veren, hayatımızda yer eden öğretmen modeline olan ihtiyacımız bugün dünden daha fazladır. İnançlı, yetkin, bilinçli, sabırlı, fedakâr, gayretli, azimli öğretmenler topluma yön veren, insanlığa hizmet eden toplum öncüleridir. İşte bu demde sadede gelip öğretmenlikteki başarının sırlarını, başarılı olmanın yöntemlerini açıklamaya çalışırsak şu hususlar öne çıkar:
* Derslere vaktinde girmek, bunu bir prensip haline getirmek.
* Derslere girildiğinde öğrencilere selam vermek.
* Derse girer girmez derse başlamak yerine bütün öğrencilere tek tek bakıp, yüzlerini incelemek, hallerini-hatırlarını sormak.
* Derse girildiğinde kaşlar çatılmış, kızgın ve öfkeli bir biçimde değil, alabildiğine rahat ve emin bir tavırla derse girip onlara tebessüm etmek.
* Daha önceki derslerde anlatılan konu hakkında kısa bir tekrar yapıp hatırlatma yapmak…
* Her öğrenciye mümkünse ismiyle hitap etmek ve böylelikle onları önemsediğini göstermek…
* Ders işlerken dersi ayakta; canlı,  tahtayı kullanarak,  kısa örnekler vererek anlatmak…
* Ders işlerken öğrencilere bıkkınlık vermemek…
* Ders sırasında anlattıklarını soruya dönüştürmek…
* Özellikle de öğrencilerin bilgi ve becerisini dikkate alarak, öğrencilerin seviyelerine inmek…
Bu saydığımız etkenler gerçekten başarı için çok önemli donelerdir. Fakat iş bununla da bitmemektedir. 
Bunun yanı sıra aşağıda sayacağımız hususlar şayet yerine getirilirse başarı perçinlenmiş, eğitimcilik mesleği hakkıyla icra edilmiş olur:
* Çoğu zaman ders işlerken öğrencileri notla değerlendirerek teşekkür edip onları onore etmek.
* Her öğrenciye eşit mesafede davranmak, öğrenciler arasında ayrım yapmamak, öğrenciler arasında adaletli bir şekilde davranmak… 
* Dersin bitimine birkaç dakika kala konuyu kısaca özetlemek.
* Dersi, zil çaldığında uzatmamak ve zille birlikte dersi bitirmek.
* Derse girilen sınıfların düzenine ve temizliğine dikkat etmek.
* Konularla ilgili öğrenciye ödev vermek.
* Sınıftan ayrılırken öğrencilere iyi dersler dilemeyi ihmal etmemek.
 

Stresle nasıl başa çıkabiliriz?

Stresle nasıl başa çıkabiliriz?Kişinin stresli olup olmadığını anlaması için kendisine şu soruları sorması gerekir: 

Sabahları kalktığınızda yorgun ve bitkin misiniz, yoksa dinlenmiş vaziyette mi kalkıyorsunuz?

Kaygılı ve öfkeli misiniz yoksa olayları sakin bir şekilde karşılayabiliyor musunuz?

Dikkatinizi toplamakta ve sürdürmekte zorluk yaşıyor musunuz?

Uyumakta güçlük çekiyor musunuz?

Keyifle yaptığınız işleri yapmaktan vazgeçiyor musunuz?

Mutsuz ve karamsar mısınız?

Sık sık hasta olur musunuz?

Sakinleşmek için herhangi bir şey kullanıyor musunuz?

Stres Belirtileri

Küçük meseleleri büyütmek ve karamsar olmak.

Kontrolü kaybetme hissi.

Zihinsel yorgunluk.

Kişinin kendini yalnız hissetmesi.

Unutkanlık, düzensizlik.

Odaklanma sorunu.

Kararsızlık.

Yeme bozuklukları, tırnak yeme, reflekslerde bozulma.

Enerjide düşme, kas ağrısı.

Sık sık soğuk algınlığı, enfeksiyon geçirme.

Ağız kuruluğu, yutkunma güçlüğü.

Stres hayatımızı nasıl etkiler?

Stres, enerjinin hızla tüketilmesine neden olur. Enerjisi tükenen kişi kendini güçsüz, yorgun ve bitkin hisseder. Uykusuzluk sorunu ortaya çıkar.

Düzenli uyuyamayan kişi gündelik işlerini yapmakta zorlanır, zihin dağınıktır.

Daha zorlanmadan yaptığı işleri artık yapamaz hale gelir.

Stres, kişinin başarı durumunu olumsuz yönde etkileyebilir. Bunun sonucunda kendine özsaygısı azalır, değersizlik hisleri başlar. Bu durum kişinin aile yaşantısını da etkiler. Strese maruz kalan bir kişi patlayacak bir bombaya dönüşmüştür, küçük bir sorun olduğunda tepki ile karşılık verir.

Stresin Bileşenleri

Alarm: Kişi hayatını etkileyen olumsuz bir uyaran karşısında stresi algılamaya başlar.

Bu durum, stres hormonlarının salgılanmasına ve kan basıncının yükselmesine neden olabilir.

Direnç: Stresle yüz yüze kalan kişi direnç göstermeye çalışır.

Zira stres onun hayatını tamamen etki altına almaktadır.

Tükenme dönemi: Stres, zaman içinde kişinin enerjisini tüketir. Enerjisi tükenen kişi sıradan işlerini dahi yapamaz hale gelebilir.

Neler yapılabilir?

Strese neden olan sorunun çözümü noktasında harekete geçmek gerekir.

Strese neden olan olaya olumlu yanından bakmak kişiyi rahatlatabilir.

Sorun yerine çözüme odaklanmak vakit kaybını önleyecektir.

Kişi hayatında bazı değişikler yapması gerektiğini kabul etmeli ve değişikliğe nereden başlayacağına karar vermelidir.

Strese karşı verilen tepkinin yoğunluğu azaltılmalıdır.

Günlük egzersiz ve spor strese karşı kalkandır.

Stresli ortamlarda bulunmamak koruyucu bir önlem olabilir.

Dengeli beslenme ve yürüyüş stresin önlenmesinde etkili olabilir.



24-11-2014

18 Kasım 2014

Hayrın susturulması şerri celbeder!

1950’de iktidar el değiştirmişti, ama sadece siyaseten; bürokrasi cephesinde değişen bir şey yoktu. Bürokratlar, Demokrat Parti iktidarına “geçici”gözüyle bakıyor, CHP’ye azami sadakat sürüyordu.

Birkaç dindarın bir araya gelerek dini eser okumaları, “Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve akidelere uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek propaganda yapmak…”, hatta “gizli cemiyet kurmak” sayılıyor, dinlerini öğrenmek dışında bir niyetleri bulunmayan mazlum insanların evleri baskınlara maruz kalıyor, haklarında davalar açılıyor, “Asılacaklar” söylentisi çıkarılıp tüm millete gözdağı veriliyordu.

12-13 yaşlarını sürerken, rahmetli babamın da teşvikiyle, Osmanlıca öğrenmeye heveslendim. Okumayı söker sökmez, içimi yazma aşkı sardı. El alışkanlığı kazanmak için de, Risale-i Nur külliyatından küçük bir kitapçığı kopya etmeye başladım. Köy evimiz tam o sırada basıldı.

Sırılsıklam bir yatsı sonrasıydı. Jandarmalar kapıya dayandı. Meğer “gizli âyin” yaptığımız yolunda ihbarlanmışız. Kapı ve duvarlara dipçikler, yumruklar, tekmeler inmeye başladı.

Altmışını geçkin büyük halam, elliyi aşkın anam ve üç ablamla donmuş gibi kala kaldık. Ne yapacağımızı şaşırmış, korku dolu gözlerle bakışırken, yüreğimin müthiş üşüdüğünü, iç titremesine uğradığımı fark ettim.

Kapıyı açmaya kalmadan kilit kırıldı. Aynı anda pencerenin panjuru da parçalandı. Hışımla içeri daldılar. Hiç bir açıklama yapmadan evin her yanına dağıldılar. Sofaları, dolapları, odaları aramaya başladılar. Osmanlıca ne buldularsa getirip sandalyelerin üzerine yığdılar.

Bu arada benim Risale kopyaladığım kâğıtları da bulmuşlardı. Jandarmalardan biri, elinde tuttuğu kâğıt tomarını Başçavuş’a uzatırken, övünerek yorum yapıyordu:

“Komutanım, bunlar sadece okumuyor, aynı zamanda yazıyorlar.”

Jandarma, benim acemice yazdıklarımı ele geçirerek vatan kurtarıyordu! Başçavuş kâğıtlara bir göz gezdirdikten sonra, ortaya sordu: “Kim yazdı bunları?”

Risale-i Nur kopyalayarak iyi bir şey yaptığımdan öylesine emindim ki, iftiharla cevap verdim: “Ben yazdım!”

Paslı bir kelepçe göz açıp kapayana kadar, incecik bileklerime geçti.

Başçavuş kaç yaşında olduğumu sordu. Ondördünde olduğumu söyleyince de kelepçeyi takan jandarmaya kükredi: “Bu daha çocuk. Kelepçe lüzum etmez.”

Sarı suratlı Muhtar, uzun boyunu ikiye katlamış, elindeki kitabı havaya kaldırmış, uzaktan akrabası olan anneme doğru sallarken, bağırıyordu:

“Kaç kere demedim mi size bunları okumayın deye, bunlar zararlı kitap deye, ayrı din mi çıkarıyorsunuz deye...”

O gece ilk kez “zararlı kitap”kavramıyla tanıştım. Bu kavramla savaşmaya da sanırım o gece karar verdim.

O yıllarda Risale-i Nur’ların basımı yasak olduğu için, kendi kitabımızı kendimiz üretiyor, ruh dünyamızı olgunlaştırmaya çalışıyorduk.

Sonra menfez açıldı: Risaleler modern matbaalarda yıllar boyu basıldı. Milyonlarca muhtaç yürek onlarla beslendi.

Derken, amaç ve niyet ne kadar iyi olursa olsun, 2014 Martından bu yana matbaalar sustu. Bantlardan nur akmaz oldu. Ve sanki vatanı çepeçevre sarıp bela ve musibetlerden koruyan “gizli kalkan” kalktı: Üstümüze bela ve musibet yağmaya başladı.

Maden kazaları, trafik kazaları, sel felaketleri, Gezi olayları, Kobani bahanesiyle ateşlenen fitil, sokak hareketleri arka arkaya sökün etti… Yüz yıla bile fazla gelecek olumsuz olayları son bir yıl içinde yaşadık.

“Hayrın susturulması, şerri celbeder”derler!

“Suçlu-sorumlu” filan aramıyorum; “Risale-i Nur’un safiyetini korumak”gibi halisane bir bir niyetten yola çıkıldığını biliyor, Abilerin endişesini de anlıyorum. Bendeniz, sadece Risale-i Nurların basılabileceği bir zemin arıyorum. Nasıl olacaksa, bu artık olmalı.

Merak edenler için bir not düşeyim: Çuvallara doldurulup karakola götürülen tüm eserler, mahkeme kararıyla iade edildi. Ben de yazdıklarımı tamamlayıp Bediüzzaman Hazretlerini ziyarete giden Haydar Abi ile Üstad’a gönderdim. Kalemime dua buyurdular. O dualı kalem, çok şükür 42 yıldır kesintisiz yazıyor.

14 Kasım 2014

KÖYLÜMÜZ HASTA

Ali Osman Özdemir, bir rahatsızlık geçirmiştir. Palandöken Hast. Genel cerrahi servisi 2.kat 208 numarada yatmaktadır. RABBİM sifalar versin.
Kaynak: Mahmut Polat 

10 Kasım 2014

KÖYLÜLERİMİZ KAZA GEÇİRDİ

Ahmet Söyler ve İbrahim Sucu kaza geçirmişlerdir. İbrahim Sucu Bölg. Eğt. Hast. Göğus servisi B2 86 numarada, Ahmet Soyler'de evinde yatmaktadir. RABBİM beterinden saklasın ve acil şifalar versin.
Kaynak: Mahmut POLAT

07 Kasım 2014

TEMİZLENME ÇEŞİTLERİ

Evimizi temizlerken eskiden ottan yapılma süpürgeler olurdu.
Onunla temizlik yapılır ve çöp tenekesine dökülür ve ağzı kapanırdı.
Günümüz süpürgeleri daha iyi.
Evden kaptığı pislikleri kimsenin göremeyeceği torbasına koyar.
Temizlik iyidir. 
Birinci derecede şirkten, kâfirlikten, inkârdan temizlenmek.
Bu temizliği yapmadan bu dünyadan giden bir insan cehennemde sonsuz senelerde yanmayı göze almalı.
Göze almadan önce elinden bir parmağını gaz ocağının üzerinde yanan alevde bir dakika tutmayı denemeli ve ondan sonra tercihini yapmalı.
İkinci derecede temizlik günahlardan temizlenmektir.
Bu temizliğin yolu da günahın cinsine göre değişir.
Tevbe günahın cinsinden olur.
Başkasının malını zorla alıp han satın alan adam elli yıl sonra istiğfarla günah temizliğine girmeden önce o hanı zorla aldığı adama veya varislerine iade edecek sonra istiğfara başlayacak.
Bir kişiye yaptığı iftiranın tevbesi, o iftirayı kimlerin yanında yapmışsa o adamları bulup onlara, “Ben o sözü söylediğimde ona iftira etmiştim” diye itiraf etmeli.
Günümüzde bazı iftiraların doğrusunu hâkim kararıyla aynı gazetenin aynı sütununda aynı puntoyla doğrusunu söylemek işte o tevbelerden biridir.
Kişinin kendi günahlarını temizleme yollarından biri de başkasının ayıplarını, hatalarını, kusurlarını bildiği halde hiçbir kimseye söylemeden bu dünyadan giderse Allah da onun günahlarını ahirette ortaya dökmez ve örter.
Sevgili Peygamberimiz: 
“Kim Müslüman kardeşinin bir ayıbını örterse kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter. Kim Müslüman kardeşinin ayıbını teşhir ederse Allah da onun ayıbını teşhir eder, evinin içinde otururken onu rüsvay eder” buyurur. (İbni Mace, Sünen, K. Hudud, Hadis no 2536).
Yapılmış suçları, günahları gizlememiz isteniyor.
Hanefi fıkıh kitaplarında idam cezası veya had cezası verilecek davalarda cezanın verilmesini engellemek için o konuda bilgisi olan bir şahidin şahitlik yapma veya yapmamada özgür olduğunu, yapmamasını tavsıye ettiğini görüyoruz (Bak Hidaye, Kitabü’ş-şehade).
Olmuş kötü olayları gizlememizi isteyen dinimiz, zandan kaçınmamızı emreder.
Rabbimiz, “Ey iman edenler, zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.  Birbirinizin ayıbını aramak için casusluk yapmayın...” buyurur (Hucurat 12).
Öyle ise zan nedir?
Eğer bir olayın olduğu veya olmadığı konusunda kişinin kanaati yüzde elli oranında eşitse buna şüphe denir. Kanaat yüzde ellinin üzerine çıkarsa buna “zan” denir. Yüzde ellinin altındakine vehim denir.
Evhamlarla bir Müslüman’ın şahsiyetini sıfırlamaya çalışanlar aslında kendi şahsiyetlerini sıfırlarlar.
Efendimiz, “Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların selâmette olduğu/zarar görmediği kişidir” buyurmuş (Buhari 1/9, Müslim iman bab 4, Ebu Davud Cihad Hadis 2481). 
Dilimizi ve kalemimizi, dinimizi yok etmek için haçlı seferlerini başlatan, bizi birbirimize düşürüp kırdıran kâfirlere karşı kullanalım.
İnkâr mikropları saçanlara, isyan okulları açanlara, harami çeteleri kuranlara dilinle ve elinle bir şey yapamıyorsan bari Müslümanlara dil uzatma. 
Kızdığın, küstüğün kardeşine üç günden fazla küs kalamazsın.
Dost iken öğrendiğin sırlarını küsünce bir pazarında satışa çıkaramazsın.
Kendi evinde otururken rüsvay olmamak, sırlarının pazara sürülmesini engellemek için en kestirme yol, başkalarının sırlarını saçmamaktan geçer.
İmam Kuşeyri’yi dinleyelim: “Mü’min kardeşinin bir ayıbını gördüğünde onu yetmiş çeşit mazeret bularak temize çıkarmaya çalış. Eğer mazeret bulamazsan sen yine de yetmiş mazerete ikna olmadın diye kendini ayıpla” (Kuşeyri,et Tahbir fi t Tezkir, s: 29).

05 Kasım 2014

Çocuklarda özgüven nasıl gelişir?

Çocukta ortaya çıkan güvensizliğin ortadan kaldırılması için öğretmene ve çevreye önemli görevler düşer. 


Sare Ercan

Aile için geçerli olan kurallar okul ve sosyal çevre için de geçerlidir. Çocuğu girişimlerinden dolayı suçlamamak, eleştirmemek, cezalandırmamak özellikle dayak yoluna başvurmamak övgülerle cesaretlendirmek gerekir.

Ailenin çocuğun öğretmenleri ile her zaman diyalog içinde olmasında fayda vardır. Çocuklar için okul ortamı pek çok özelliğin kazandırılabileceği ideal bir sosyal ortamdır.

Burada arkadaşıyla farklı ilişki şekilleri deneyerek sağlıklı iletişim kurmaya ve kendini ifade etmeye fırsat bulan çocuk böylelikle özgüvenini geliştirebilir.

Öğretmenler güven duygusu düşük çocuklara sınıf içi birtakım sorumluluklar vererek sosyal aktivitelere yönlendirerek girişken olma fırsatı sağlayabilirler.

Okula giden bir çocuğun özgüvenin geliştirilmesi aile kadar sosyal çevrenin okulun ve öğretmenin de sorumluluğundadır.

Özgüven eksikliği yaşayan bir çocuğa özgüven kazandırabilmek zor zahmetlice ve uzun bir süreçtir. Fakat imkânsız da değildir.

Bu konuda anne babaya pratik olarak şu öneriler verilebilir:

- Çocuklarınızın önünde asla eşinizle çatışmaya girmeyin.

- Çocukların olumsuz özellikleri yerine daha çok olumlu özelliklerini görmeye çalışın.

- Çocuklarınızı başkalarının önünde azarlamayın

- Başkalarıyla kıyaslamayın

- Başarabileceği sorumluluklar verin cesaretlendirin motive edin.

- Tembel ‘aptal’ beceriksiz’ gibi olumsuz sıfatlarla etiketlemeyin.

- Emir vermeyin rica edin.

- Koşulsuz ve sevecen bir ilişkiniz olsun.

- Ona karşı hatalarınızı başarısızlıklarınızı ve eksiklerinizi kabul edin. Hata yaptığınızda çocuğunuzdan özür dileme cesaretini gösterin.

- Onu dinleyin.

Çocuklarınızı dinlemeniz ve güvenle yetiştirmeniz dileğiyle...


AYAKTA SU İÇMENİN ZARARLARI

AYAKTA su içmenin insanlara tıbben zarar verebileceğini belirten bilim adamları, insan midesinin ayakta ve oturur vaziyetteki pozisyonu olduğunu, ayakta duran bir insan eğer sıvı gıda içerse doğrudan doğruya onikiparmak bağırsağına geçtiğini söylüyor. 

Bilim adamları, “Midenin küçük eğriliğine uyan kısmında Waldeyerin mide caddesi denen oluk bulunur. Sıvı gıdalar bu yolu takip ederek zaten devamlı küçük bir açıklığı olan mide çıkışını (pilor) geçerek onikiparmak bağırsağına (duodenum) geçer.

Eğer insan sıvıyı oturarak içerse bunlar önce midede birikir, asitle karışarak mikropları ölür ve sonra onikiparmak bağırsağına geçer. Bu durumda oturarak su içme usulüne uymakla insan kolera dâhil, birçok hastalıktan korunmuş oluyor. İnsanlar rastgele sıvıları alıp ayakta içerlerse bazı hastalıklara ve tehlikeye daha fazla maruz kalırlar. Ayakta su içildiğinde tazyikli su sıkılmış gibi organlar hırpalanıyor. Hâlbuki oturur vaziyette su kıvrılarak yavaş yavaş gidiyor. Bunu akarsularımızdan menderese benzetebiliriz. Su yavaş yavaş kıvrılarak giderken akıntısı yavaştır.

Su Nasıl İçilmeli

Suyu içerken imkânlar ölçüsünde kıbleye yönelip, oturarak besmele çekip su bardağı sağ ele alınarak içilmelidir. Her hususta olduğu gibi su içerken de itidal üzere hareket etmeli, aşırı derecede su içmemeli, çok soğuk ve çok sıcak olanlardan da sakınılmalıdır. Ayrıca su üç yudumda içilmeli...

Ayakta Su İçmek Hususunda Hadisler

“Eğer ayakta su içen kimse midesine verdiği zararı bilseydi içtiği suyu şüphesiz ki geri kusardı.” (Abdürrezzak 10/427 hadis 19588) “Sizden biriniz ayakta su içmesin. Her kim unutur da içerse kusmaya çalışsın” buyurmuştur. (Müslim eşribe Hadis 116) Resûli Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem “Ayakta su içmeyi yasaklamıştır” ifadesi, Müslimin bir başka rivayetinde “Ayakta su içmekten men etmiştir” şeklinde geçmektedir. (Müslim, Eşribe 112, 114) Ebû Hüreyre radıyallahu anhdan rivayet edildiğine göre Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hiçbiriniz ayakta su içmesin. Unutarak içen de kussun!” (Müslim, Eşribe 116)

03 Kasım 2014

Köylümüz Rahmetli Oldu

Anali Seher Nene Hakkın Rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi yarın (pazartesi) öğle namazını müteakip köyden kaldırılacaktır. Cenab-i Mevlam makamını cennet eylesin.
Kaynak: Mahmut POLAT

02 Kasım 2014

KIYAMETE KADAR TIBBI NEBEVİ

Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Ydr. Doç. Dr. Arslan Mayda, tıbbı nebevinin kıyamete kadar sürecek tedavi şekillerinin en doğrusu ve varılacak son nokta olduğunu söyledi. 

 

Mayda, asıl tedavinin anatominin ve fonksiyonlarının bozulmaması olduğunu vurguladı. Tıbbı Nebevi'nin bozulan ve değişen anatominin yaratılış haline dönmesine vesile olmak olduğunu aktaran Arslan Mayda, “Asıl tedavi budur. Oysa ki bugün tıbbın tedavi yöntemlerini değiştirmesi, son çarenin bulunmadığını gösterir. Yeni metotlar, yeni uygulamalar. Bir sene önce uyguladığımızdan vazgeçiyoruz, farklı belirtiler çıktığı için. Tıbbi tedavi tam oturmuş değil.” dedi.

Ankara’nın Polatlı ilçesinde bulunan Lotus Kadınlar Derneği tarafından düzenlenen ‘Sağlıklı Yaşam’ konulu konferansa katılan Şifa Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Arslan Mayda, Ankara’nın Polatlı ilçesinde 'Tıbbı Nebevi'yi anlattı. Mayda, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) koruyucu hekimlik, tedavi hekimliği, genetik alanında söyledikleri, insan psikoloji ve kozmetik sevdiği kokular ile ilgili katılımcılara bilgi verdi. Hz. Peygamber’in (sas) Tıbbı Nebevi adına söylediklerinin altı ayrı alanı ilgilendirdiğini dile getiren Mayda, koruyucu hekimliğe ait Efendimiz'in (sas) hiçbir şeyi eksik bırakmadığını ifade etti.

Hz. Peygamber'in (sas) genetik ve insan psikoloji adına söylediklerinin hiçbir zaman ele alınmadığını aktaran Arslan Mayda, “Çünkü o günün tıbbı, ancak insanın, beşerin ortaya koyduğu tıbbı anlayabilecek kapasitedeydi. Yani bir vahiyle gelen tıbbı anlayamıyordu. Efendimiz (sas) ise kıyamete kadar sürecek bir tıbbın işaretlerini, hedeflerini verdiği için o günün insanının anlayabileceği bir tıpla daha özdeşleşmemişti. Ve Efendimiz'in (sas) tıpla ilgili sadece koruyucu hekimliği alarak, onları uygulama alanı bulmuşlardı.” diye konuştu.

Peygamber Efendimiz'in (sas) cerrahi tedavileri çok kısıtlı olarak tercih ettiğini belirten Ydr. Doç. Dr. Arslan Mayda, ”Cerrahi olan küçük operasyonların yapıldığını görüyoruz. O zaman Efendimiz'in (sas) tedavi hekimliğinde tavsiye ettiği beş husus var. Birincisi istirahat, ikincisi perhiz. Efendimiz (sas) perhizi üç döneme ayırmıştır. Sağlıkta, hastalıkta ve nekahat döneminde perhiz. Efendimiz (sas) bu üç dönemde de ayrı ayrı perhizin yapılacağını hadisi şeriflerle işaret etmiştir. İlaç olarak kullandığı bitkiler var. Müdahale olarak yaptıkları ise daha çok hacamat ve apse boşaltma.” ifadelerini kullandı.

Peygamber Efendimiz'in (sas) 'En iyi tedavi beştir' buyurduğunu dile getiren Arslan Mayda; bunların ağızdan ilaç alma, burundan ilaç alma, kan aldırmak, mide ve bağırsağı yumuşatmak, dua etmek olduğunu kaydetti. Mayda, “Belki kıyamete doğru en iyi tedavi bunlar. Belki cerrahi tamamen kalkacak. Genetik yapımızdaki arızaları, genleri vererek tedavi edeceğiz. Gen açıldıktan sonra. O noktalara doğru gidecek. İnsan anatomisini ve fizyolojisini bozmayacak bir tedavi gelecek, hedef o.” şeklinde konuştu.

"8 SAATTE BİR YEMEYİ TERCİH EDİN"

Peygamber Efendimiz’in (sas) günde iki öğün yemek yediğini hatırlatan Arslan Mayda, ağıza alınan yiyeceklerin 8 saat sonra hücrelere gittiğini aktardı. Mayda, “Yani siz 8 saati doldurmadan bir daha aldığınız zaman o arka arkaya yağ göndermiş olur. Depo edersiniz. Sadece yağ deposu olur. Onun için tıbbi olarak öğünler arası 8 saat olması gerekirken, adet olarak, yani bir alışkanlıktan dolayı bu yemekler arası daha sık olarak semizlememizi sağlıyor. Yemek yemede ölçünün iki çeşidi var. Birincisi iradenin alıştırılması, şartlandırılması lazım. Belli bir yemek tarzına iradenin şartlandırılması lazım. Bunu Ramazan'da görüyoruz. Öğlen yemeklerine çıkmadığımız için Ramazan'dan sonra bir hafta öğle yemeği bir türlü alışamıyoruz. Yemek içimizden bir türlü gelmiyor. Neden? Açlık yemeği sabah, akşam yemeye şartlanıyor. Tanzimattan önce iki öğün yerdik. O öğün alışkanlığımız devam etseydi, bugün hepimiz iki öğün yiyorduk. İkincisi ise Efendimiz (sas) ölçü veriyor; yemekten doymadan kalkın, midenin üçte birini su, üçte birini yemek, üçte birini de havaya ayırın.” diye ifade etti.

EFENDİMİZ'İN (SAS) MÜCİZE TEDAVİLERİ

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (sav) mucize ile tedavi yöntemlerini anlatan Arslan Mayda, şöyle devam etti: “O günün tıbbı, yapılan müdahalelere cevap vermiyor. Efendimiz (sas) mucize ile müdahale ediyor. İlmin geleceği son noktadır. Çıkan gözü yerine koyuyor, kopan eli yerine koyuyor, mübarek tükürüğü ile meshediyor ve düzeliyor. İlmin geleceği son nokta, bu kırığı bir günde, iki günde tedavi edeceksiniz. Bugün üç ay süren kırık tedavileri yarın bir gün sürecek. İlim o noktaya gelecek. Dişlerin sağlam kalması, saçların siyah kalması. 'Benim tavsiye ettiklerim koruyucu hekimliğe bire birdir' buyuruyor Efendimiz (sas). Koruyucu hekimliğini aile yaşantısına koyun. Çocuklarınıza öğretin, sünnet olarak.

Peygamber Efendimiz (sas), 'Benim mucizelerim size tıbbi hedeftir' buyurur. Bu hedeflere ulaşmak için planlar, programlar, çalışmalar yaparak; ister bitkiler, ister başka şeyler kimyasal olarak bu hedefi tıbbi nebevi olarak gösteriyor bize. Efendimiz (sas) şu bitkiyi kullandı, budur bunun tedavisi dersek yanılırız ve eskiler böyle yanılmıştır. O gün için Efendimiz'in (sas) tedavi yöntemini anlamayınca Raziler olsun, İbn-i Sinalar olsun, Hipokrat tıbbına sarılmışlardır.”

GELECEĞİN TIBBI

Geleceğin tıbbı nebevisinden bahseden Arslan Mayda, şöyle devam etti: “Geleceğin tıbbı nebevisinde bitkinin içeriği çıkarılacak. Mesela bugün çörek otunun içinde 84 tane madde var. Bu 84 maddenin hepsi çıkarılacak. Bunlardan hangisi neye etki ediyor. Bu maddeler alınarak, belki iki ton çörek otundan bir kanser tedavisi için olan bir ilaç bulunacak. Yani bunun alt gruplarına inilerek tedavinin yapılacağı görülüyor. Efendimiz'in (sas) yavşan otu, gelin çiçeği, amber, kına çiçeği, reyhanı severmiş. Çoğu gül benzetmesi ama ben hiçbir hadiste güle ait Efendimiz (sas) gül şöyledir dememiştir. Belki güle benzediği için kokusu, güle benzediği için bu yakıştırma yapılmıştır. Göz için tavsiye ettikleri sürme, sürme mis, sürme zemzem, mantar suyu, bal şerbeti, Kur’an okumak, abdest suyu, karanlık evde oturmamak, misvak. Bunların her birini ayrı ayrı tavsiye ediyor. Sürmeler içinde en fazla tavsiye ettiği İsfahan sürmesidir. İsfahan sürmesine baktığımız zaman içinde çinko oranı en yüksek olandır. Sürme süs için değil, gözü korumak için koruyucu bir madde olarak kullanmıştır."

MİLİİ GAZETE

ERZURUM'DA HALI YIKAMA SİZE BİR TELEFON KADAR YAKIN

TOMURCUK HALI YIKAMA
0442 214 19 34
0533 371 19 33

IŞILTI HALI YIKAMA
0442 242 05 97
0530 175 3414

POLAT HALI YIKAMA
0534 334 59 08
0 507 046 83 47

BURSADAKİ TORTUM DEMİRCİLER KÖYLÜLERİNİ MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ

Bursa'da yaşayan köylülerimiz ayda bir 27 hane reisi olarak toplanıyor. Kuranı Kerim okuyor, dua ediyor, birbirlerinden haberdar oluyor.
HABER YENİ FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ