BİR FATİHA DA SENDEN OLSUN

KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? TIKLA DA GÖR

             Allah (cc), Kuran-ı Kerim’de Ankebut suresi   55. ayetinde:” Her canlı ölümü tadacaktır.”diyor. Bizler ve bu yazıyı siz...

30 Mayıs 2014

ŞABAN AYININ FAZİLETİ

Hz. Aişe (r.anha) validemiz buyurdular ki: "...Ben Resûlullah'ın Ramazan ayından başka hiçbir ayın tamamında oruç tuttuğunu ve başka hiçbir ayda Şa'bân ayında tuttuğu oruçtan daha çok oruç tuttuğunu görmedim."

Resûlullah (s.a.v.) Hz. Aişe'ye (r.anhâ) "Şa'bân ayındaki oruç bana en

/V

sevimli olandır." "Yâ Aişe! O öyle bir aydır ki, sene içinde rûhu kabz olunacakların (öleceklerin) isimleri ölüm meleğine verilir. Ben de ismimin, ben oruçlu iken verilmesini isterim."

Ümmü Seleme (r.anhâ) vâlidemiz: "Resûlullah (s.a.v.), Ramazan ayından sonra hiçbir ayda Şa'bân ayındaki kadar oruç tutmamıştır." buyurdular.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: "Receb, Allâhü Teâlâ'nın ayı; Şa'bân benim ayım; Ramazan, ümmetimin ayıdır. Şa'bân günahlara keffâret (mağfiretine sebep) olan aydır, Ramazan ise günahları temizleyen aydır."

Bu ay, hayır kapılarının açılacağı, bereketin indirileceği, hataların terk edileceği, günahların bağışlanacağı ve yaratılmışların en hayırlısı olan Resûlullah'a (s.a.v.) çokça salâvâtın getirileceği bir aydır.

Böyle olunca, müminlerin bu ayda gaşetten uyanmaları, geçmişte işledikleri günahlardan dolayı tevbe edip temizlenerek Ramazan ayına hazırlanmaları gerekir.

Bu ayda Allâh'a yalvarıp yakarmalı, ayın sahibi olan Peygamber Efendimiz'i (s.a.v.) vesîle kılarak Allâh'a yaklaşmaya çalışmalıdır. Bunları sonra yaparım diyerek tehir etmemeli, geciktirmemelidir. Zirâ dünya üç günden ibârettir. Biri, dündür, geçmiştir; ibret alınacak gündür. Diğeri bugündür, amel etme günüdür; ganimettir. Diğeri de, yarındır ki, emeldir; tehlikelidir. Yarına çıkıp çıkamayacağını bilemezsin. Aylar da böyledir. Receb geçmiştir, tekrar dönmez. Ramazan gelecektir, fakat ona kavuşup kavuşamayacağını bilemezsin.

Şa'bân ise iki ay arasında bir vâsıtadır. O ayda ibâdetle meşgul olmayı ganimet bilmek îcâb eder.

25 Mayıs 2014

MİRAC GECESİNİ İHYA 2

Mübarek Mi’rac Gecesinde on iki rekât nafile namaz kılınması güzel görülmüştür. Her rekâtında Fatiha ile başka bir sûre okuyarak iki rekâtta bir selâm vermeli, sonra yüz defa: “Sübhanellahi velhamdü lillâhi ve la ilahe illALLAHu VALLAHu ekber” demeli. Bundan sonra yüz defa istiğfar ederek yüz defa da Salat selam okumalıdır. Gündüzünde oruçlu bulunmalıdır. Bu durumda günahla ilgili olmaksızın yapılacak her duanın kabulü, ALLAH Teâlâ’dan umulur.

 

Üzerinde kaza namazı olan kimseler, bu oniki rekat namazı kaza niyeti ile kılmaları daha güzel olur. Mesela kılamadıkları altı sabah namazını kaza edebilirler. Hem geceyi ihya etmiş olurlar, hem de altı sabah namazı borcunu ödemiş olurlar. Rabbim kabul eylesin. Amin.

 

5- Kur’an-ı Kerîm okumalı, dinlenilmeli ve ayrıca Hz.Peygam-ber (S.A.V.) Efendimizin, ashabın, tabiinin, diğer büyüklerimizin, meşayıhımızın, akrabalarımızın özellikle analarımızın, babalarımızın ve hocalarımızın... Kısacası bütün Müslümanların ruhlarına Kur’an-ı Kerîm okunmalıdır. Bir düşünelim! Bu akşam biz ölmüş olsaydık, kabirde olmuş olsaydık. Bize akrabalarımız, yakınlarımız, dostlarımız tarafından ne yapılmasını beklerdik. Biz de aynısını yapalım ki bize de arkamızdan gelenler yapsınlar!…

 

6- Bütün Müslümanların mağfiret-i ilâhiyyeye, maddî ve manevî bütün hayırlara, bereketlere nail olmaları, yeryüzünden zulüm ve küfrün kalkıp İslâm’ın hakim olması için de içtenlikle bol bol dua etmeliyiz: “Ya Rabbi! Kulluk borcu olarak ve sırf ilâhî rızanı kazanmak niyeti ile bugüne kadar yapabildiğimiz ibadet ve taatlerimizi dergah-ı izzetinde kabul eyle. Ya Rabbi! Cümlemizi rahmetine gark eyle. Afv ü mağfiretine nail eyle. Cemalinle ve Firdevs Cennetinle müşerref eyle. Cehennemden uzak eyle. Dünya ve Ahiretimizi mamur eyle. İslâm’ı ve Müslümanları aziz ve mansur eyle. Amin! Ya Rabbel-alemin ve ya erhamer-rahimin.”

 

 İslam alemi bu geceyi her yıl maalesef hüzün, keder ve kalplerdeki burukluğu yaşayarak idrak etmektedir. Çünkü İslam aleminin bir bölümünün çevresinde meydana gelen ve uzun zamandır çözümü de mümkün olmayan hadiseler, sağduyu sahibi bütün insanları üzmekte ve derinden yaralamaktadır.

 

Receb ayı içerisinde zalimlere, kafirlere, haksızlara beddua etmek tutar denilmiştir. “Ya Rabbi! Yeryüzünün neresinde olursa olsun, Müslümanlara zulmeden bu zalimleri-kafirleri sana havale ediyoruz, kahr u perişan eyle. Ya Rabbi! Sen Müslümanları halas eyle! Amin, ya Rabbel-alemin ve ya erhame’r-rahimin.

 

Evet ALLAH Teâlâ’ya tam bir huşu içinde dua ve niyazda bulunmalıyız.. Çünkü dua, rahmet kapılarının anahtarı, ibadetlerin özüdür, yalnızlaşan insanın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan ALLAH Teâlâ’ya yakarışı ve ona sığınışıdır, insanın yaratıcısına yaklaştığı en vasıtasız andır. Dua, sınırlı, sonlu ve aciz varlık olan insanın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Rabbisi ile kurduğu bir köprüdür, Kadir-i Mutlak’ı imdada çağırmasıdır. Dua, kulluk esprisi içinde ve sıradan isteme anlamlarının ötesinde, ALLAH Teâlâ’nın Rablık ve ilahlık hakikatine en köklü bir sığınma hadisesidir.

 

6- Mi’rac gecesi gündüzünde mezarlıklar, bizden dua bekleyen yakınlarımızın kabirleri ziyaret edilmeli, ruhlarına Kur’an-ı Kerîm okumalı, dua etmeli, onlar için de ALLAH Teâlâ’dan afv ü mağfiret dilemeli, böylelikle ruhları şad edilmelidir. Bir düşünelim! Biz ölmüş olsaydık, kabirde olmuş olsaydık. Bize akrabalarımız, yakınlarımız, dostlarımız tarafından ne yapılmasını beklerdik. Biz de aynısını yapalım ki bize de arkamızdan gelenler yapsınlar!…

 

7- Mi’rac gecesi ve gündüzünde fakir fukarayı, yetim ve kimsesizleri görüp gözetmek, ihtiyaç içerisinde kıvranan din kardeşlerimizin yardımlarına koşmak, onlara imkânlar ölçüsünce tasaddukta bulunmak mutlaka yapmamız lâzım gelen bir husustur. Çünkü Cenab-ı Hak:

 

 “ALLAH Teâlâ sana ihsan ettiği gibi sen de başkalarına ihsan et.” buyurmaktadır.  Ebû Derda (R.A.)den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

 

“Bana zayıfları çağırınız da ben onların yüzü suyu hürmetine ALLAH Teâlâ’dan düşmanlara karşı zafer dileyeyim. Çünkü siz ancak za¬yıflarınızın duası bereketi ile rızıklandırılır ve yardım edilirsi¬niz.”  buyurdu.

Mehmet Talu

MİRAÇ GECESİNİ İHYA 1

Elhamdülillâh bir Mi’rac Kandili’ne daha kavuştuk. Gecenin ihyâ edilmesi için tecrübelerime dayanarak bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum:
1- Gece uykusuz geçirileceği için, çok ibadet edileceği için, gündüz bir miktar uyunursa geceye takviye olur. O’nun için Mi’rac gecesi olmadan önceki gündüzde, şöyle kendimizi ibadete daha iyi hazırlamak için uyumanızı tavsiye ederim; bu, bir...
2- Mi’rac gecesinde, “Radyo, televizyon seyredeceğim, evde takip edeceğim.” filân diye düşünmeyin, mutlaka bir camide olun! Çünkü camide olmak ile evde olmak arasında çok büyük farklar var... Camide kılınan namaz, evde kılınan namazdan yirmiyedi kat daha sevaplı, eğer mescid ise... Cuma namazı kılınan büyük cami ise, elli kat sevaplı... Bir de camiye giderken, gelirken attığın her adımdan insanın bir günahı affoluyor, bir hasene kazanıyor, bir derece de terfi ediyor, rütbesi yükseliyor.
O’nun için Mi’rac gecesinde dikkat etmeniz gereken şeylerden birisi yatsı namazında mutlaka camide olacaksınız. Sabah namazında da mutlaka camide olacaksınız. Çünkü Hz. Osman (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz şöyle buyurdu:
“Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gece yarısına kadar namaz kılmış gibidir. Sabah namazını cemaatle kılan kimse ise bütün gece namaz kılmış gibidir.”  Bu mükâfatı kaçırmamak lâzım!
Yani şöyle olabiliyor bazen: Mi’rac gecesini ihyâ edeceğim diye uykusuz kaldığı için sahur olur olmaz yemeğini yiyor. Ondan sonra da evinde namazı kılıp yatıyor. Bu yanlış... Sabah namazını camide kılmaya dikkat edin, Mi’rac gecesinde ve her zaman... Ama Mi’rac gecesinde özellikle bunu kaçırmamaya dikkat edin! Yatsı namazı ve sabah namazı camide olacak. Ondan sonraki zamanınızın bir kısmı camide olabilir, bir kısmı evinizde, kendi özel mekânınızda ibadet etmek tarzında olabilir.
Binaenaleyh yapacağımız ibadet ve duaların muhakkak kabul olunacağına ve ALLAH Teâlâ’nın biz kullarına olan ikram ve izzetinin bol olacağına inanarak, bu şuur ve idrak içerisinde Mi’rac Gecesi ve gündüzünü şöylece ihya etmeye çalışmalıyız:
1- Geceyi oruçlu olarak karşılayalım ve ertesi günü de, yani Receb ayının 26 ve 27. günlerini oruç tutalım. Selman-ı Farisi (R.A) den rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:
“Receb ayında bir gün ve gece vardır ki Receb’in 27. gecesidir. Kim o gün oruç tutar ve geceyi ibadetle geçirirse yüz sene oruç tutmuş ve yüz sene ibadet yapmış gibi olur…” buyurdu.  
2- Salat ü selâm okumak. Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimize hiç olmazsa bir tesbih, salat ü selâm okumalıyız. Can ü gönülden, “Es-salatü ve’s-selamü aleyke ya Resûlellah” demeliyiz.
3- Bu mübarek gece kusur ve günahlarımızdan tevbe ve istiğfarda bulunmalıyız. En azından bir tesbih “Estağfirullah” demeliyiz. 
4- Namaz kılmak. Bu geceyi namaz kılarak ibadetle geçirmenin sevabı çok büyüktür. Mi’rac gecesi ve gündüzündeki namazları cemaatle kılmaya son derece gayret göstermelidir. Kaza namazı bulunan kimseler, bu namazlarını kaza etmeye çalışmalıdırlar. Sadece farz namazları ve vitir namazı kaza edilmektedir. Sünnetler kaza edilmiyor. Kaza namazı kılarken bir defa ezan okunur ve her bir farz namaz için ayrı ayrı kamet getirilir. “Ya Rabbi! Vaktinde kılamadığım ilk (veya en son) sabah namazının farzını kaza etmeye niyet ettim” şeklinde niyet edilir, tekbir alınır ve namaza durulur. Diğer namazlar için de böylece niyet edilir. Kaza namazlarını kılarken hepsini aynı yerde değil de, ayrı ayrı yerlerde kılmak, yerlerin şahid olması ve secde ile şereflenmesi bakımından daha faziletlidir. Yani sabah namazını kıldığı yerin biraz ötesinde öğleyi ve O’nun yanında ikindiyi ve biraz ileri veya geri çekilerek diğerlerini kılmak, daha sevablı olur.
Üzerinde namaz borcu olan kimsenin bu gecede hiç olmazsa bir günlük namaz kaza etmesi uygun olur. Böylece hem borcunu öder hem de geceyi ihya etmiş olur. Bir günde kaza edilmesi gerekli olan, sabah namazı: 2, öğle namazı: 4, ikindi namazı: 4, akşam namazı: 3, yatsı namazı: 4 ve vitir namazı: 3 rekat olmak üzere toplam 20 rekat farz ve vacib namaz vardır. 
Tekellüf yani zorakilik-bitkinlikten kaçınılmak sûretiyle nafile namaz da kılınmalıdır. Ayrıca tesbih namazı da kılınabilir. Ancak üzerinde kaza namazı bulunan kimselerin bu gibi mübarek gecelerde nafile namaz yerine kaza namazı kılmaları daha yerinde olur. Bu sebeple kaza namazı olan kimseler bol bol kaza namazı kılmalı ve bu gece kılınacak bütün nafile namazları, kaza namazı olarak niyetlenmeli ve öylece kılmalıdırlar.
Mehmet Talu

22 Mayıs 2014

YALAN İMANA ZIDDIR

Bilinmelidir ki yalancı hiçbir zaman rezillikten kurtulamaz. Her ne kadar yüksek makam sahibi de olsa insanlar nezdinde hakir ve küçük olur, halk kendilerinden nefret eder.

Zira her ne söylese ve va'd etse, itimat olunmaz. Böyle kimselere bir musibet gelse, acınıp merhamet edilmez, bazı sözlerinde doğru söyleseler bile itimad edilmez.

Cenâb-ı Hakk (azze ve celle), Nahl sûresinin, 105. âyet-i kerîmesinde şöyle buyurur (meâlen): "Yalanı, ancak Allâh'ın âyetlerine inanmayanlar uydurur, iftira ederler. Ve yalancı ancak onlardır." Hadîs-i şerîfte: "Sizi yalan söylemekten sakındırır, men ederim!. Çünkü yalan imana zıddır." buyrulmuştur.

Yalan söylemek haramdır. Yalancı bir insan itimada lâyık değildir. Yalancılık yüzünden birçok haklar zayi olur, birçok facialar meydana gelebilir.

Şu kadar var ki, bazı sözler yalan suretinde olursa da kimseye zararı dokunmayıp aksine fenalığın önünü almaya hizmet eder. Meselâ: Kendisini takip eden bir caniden kaçıp saklanan masum bir kimsenin yerini bir şahsın bildiği halde bilmiyorum demesi gibi. Böyle sözler, yalan hükmünde değildir. Nitekim: "Maslahata yarayan bir yalan, fitne koparan bir doğru sözden iyidir." denilmiştir. Velhasıl bir zaruret olmadıkça ve başkasına haksız yere zarar vermekten uzak olmadıkça yalan söyleyen şahıs kendisini mes'uliyetten kurtaramaz.

Ömer bin Abdülaziz (rh.), bazı idarecilerine ve hâkimlere şöyle yazmıştır: "Tedbire ve çareye muhtaç olduğunuz işlerde -sakın ha- yalancı kimselerden yardım istemeyiniz! Yalancılara tabi olursanız muhakkak helak olursunuz." Yalan hakkında âlimlerin sözleri: "Yalan, mürüvvetin yokluğundan ve hayanın azalmasından meydana gelir."

"Bir insan yalanı ancak, ihanetinden, alçaklığından veya edepsizliğinden söyler; başka türlü söylemez."

18 Mayıs 2014

ALLAHIN BİR İSMİ DE SELAMDIR

Muhterem Müslümanlar!

Dinimiz, Müslümanlar arasında samimiyetin, muhabbetin, kardeşlik bağlarının kuvvetlenmesini, hakiki iman birliğinin kurulmasını emreder. Şüphesiz bütün bunlar Müslümanlar arasında selâmlaşmanın yaygın olduğu derecede kuvvetli veya zayıftır.

Selâm, muhabbeti artırma ve tanışma vesilesi olan bir duâdır. Esselâmü Aleyküm demekle mü’min mü’mine;

“Her türlü belâdan, tehlikeden selâmette ol...” diye dua etmiş olur...

Selâm lâfzı Allah’ın (CC)Esma-i Hüsnasından biridir. Bundan dolayı selâmın Müslümanlar arasında büyük değeri vardır. Zira selâm mü’mini, münafık ve kâfirden ayıran büyük bir alâmet, büyük bir duâ, ayrıca Allah ve Rasûlü’nün emridir.

Biz Müslümanlar dünyanın neresinde olursak olalım birbirimizi Selâmün Aleyküm parolasıyla tanırız. Bu bizlere Allah’ın bir lütfudur.

Uydurma söz ve fiillerin moda hâline getirildiği bir zamanda yaşıyoruz. Bu moda ile selâmlaşma parolamız unutturulmak isteniyor. Selâmı terkedip günaydın, tünaydın gibi kelimeler selâmın yerini tutmaz. Bunlar lâkaytlık husule getirir. Zamanımızda insanlar arasındaki samimiyetsizliğin sebeplerinden bir de bu tarzın yaygın olmasıdır.

Selâm, güvenlik garantisidir. Selâm verdiğiniz insana güvenlik garantisi vermiş olursunuz.

Muhterem Müslümanlar!

Peygamberimiz (SAV) çok bol selâm vermemizi emrediyor. İşte bu emirlerden bir kaçının meâli:

• “Bol bol selâm verin...” (1)

• “Selâm kelâmdan önce gelir.” (2)

• “Müslümanın Müslüman üzerindeki hakkı 6’dır. Bunlardan biri, onunla karşılaştığında selâm vermesidir.” (3)

• “İçinizden biri bir topluluğa uğradığı zaman selâm versin... Kalkıp giderken de selâm versin... Hangisinin daha hayırlı olduğunu bilemezsiniz.” (4)

• “İnsanların Allah’a en yakın olanı, önce selâm verenidir.” (5)

• “Selâmı aranızda yayın.”(6)

• “İnsanların en hayırlısı bildiği bilmediği Müslümana selâm verendir.” (7)

• “Küçük büyüğe, yürüyen oturana, azlık çokluğa selâm versin...” (8)

Kur’ân-ı Kerîm’de selâm verilince o selâmı almamız emrediliyor. Buyurulur ki:

• “Bir selâmla selâmlandığınızda, ondan daha güzel selâm ile karşılık verin... Muhakkak Allah her şeyin hesabını yapandır.” (9)

Yani selâm verilince biz: Ve Aleykümü’s-Selâm ve Rahmetullahi ve Berakâtühû... diye mukabelede bulunacağız.

Demek oluyor ki, selâm vermek sünnet, verilen selâmı almak farzdır.

Evlere girerken de selâm vermeyi Allah bizlere emrediyor. Bu emir şöyle:

“Evlere girdiğiniz zaman, aile halkına selâm verin. Bu gönüllerinizi birbirine ısındırır...” (10) “Bu ev halkı için bereket sebebidir.” (11)

Bir başkasına selâm göndermek câizdir. Aracının selâmı tebliğ etmesi vâcibtir.

Toplum içinde bir kişiye selâm verilmez, bu mekruhtur. (12)

Gayr-i müslimlere selâm verilmez.

İşaretle selâmlaşmak selâm olmaz.

Günah işleyene o günahı işleme esnasında selâm verilmez.

Müslümanlar! Bundan sonra hergün en az 100 kişiye selâm verelim. Selâmı yayalım ki, kalblerimizde sevgi tohumları yeşersin..

Mevlüt Özcan milli gazeteden alıntır. 

  (1) Tirmizi, Et’ime: 45

  (2) Tirmizi, İsti’zan: 11

  (3) Müslim/Selâm: 6

  (4) Tirmizi, İsti’zan: 15

  (5) Ebû Dâvud, Edeb: 33

  (6) Müsned: 5/451

  (7) Buhari, Tecrid-i Sarih H. No: 2017, Müslim, İman: 63

  (8) Buhari, Tecrid-i Sarih, H. No: 2015, Ebû Dâvud, Edeb: 134

  (9) Nisa Sûresi, Âyet: 86

(10) Nur Sûresi, Âyet: 6

(11) Tirmizi, İsti’zan: 10

(12) Müsned, H. No: 3870


17 Mayıs 2014

"KİM RABBİ İLE KONUŞMAK DİLERSE KUR'ÂN-I KERÎM OKUSUN"

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular:

"Cebrâil (a.s) bana dedi ki: Allâhü Teâlâ sana selâm söylüyor ve buyuruyor ki:

Kul benim huzurumda namaza durup "Allâhu Ekber" dediğinde onunla aramızda bulunan perdeyi kaldırırım.

Kul "elhamdü" dediğinde Allâhü Teâlâ, "Hamd kime mahsustur?" diye sorar, o da "lillâhi" diye cevap verir. Allâhü Teâlâ, "Allah

 

kimdir?" diye sorunca "Rabbilâlemîn" der. "Alemlerin Rabb'i kimdir?" buyurunca "Errahmânirrahîm" der. "Rahman ve Rahim kimdir?" diye sorunca "Mâlikiyevmiddîn" der. Bunun üzerine Allâhü

 

Teâlâ,

"Ey kulum, din gününün sahibi benim" der. Kul,

"İyyâke na'budu ve iyyâke nesteîn; Yalnız sana kulluk eder ve yalnız

senden yardım isteriz" deyince Allâhü Teâlâ,

"Ey kulum, mademki yalnız bana kulluk edip yalnız benden yardım

istiyorsun, o halde istediğini dile ki sana verilsin" buyurur.

Kul "İhdinâ; bize hidayet et" deyince Allâhü Teâlâ,

"Hangi hidayeti istiyorsun?" buyurur. Kul "Essırâta'l-müstakîm;

"Sırât-ı müstekîmi, doğru yolu" deyince Allâhü Teâlâ,

"Hangi yolu istiyorsun?" diye sorar. Kul "Sırâtallezîne en'amte

aleyhim" "Kendilerine in'âm ettiğin bahtiyarların yoluna" deyince

Allahü Teâlâ:

"Ey meleklerim, siz de şahit olun ki ben bu kulumu, kendilerine nimet verdiğim peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle beraber kıldım" buyurur. Kul,

"Ğayri'l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn; Ne o gadap olunanların, ne de sapkınların" deyince Allâhü Teâlâ tekrar meleklere, "Şahit olun ki ben bu kulumu nimet verdiğim kimselerden kıldım, gazaba uğramışlardan ve sapkınlardan eylemedim" buyurur.

 

Kul "Amin" deyince onunla beraber bütün melekler de "Amin" derler.

12 Mayıs 2014

FATİHA OKUMANIN FAZİLETİ

Hz. Ebûbekir (r.a.) buyurdular: "Vallâhi'l-Azîm (Azim olan Allâh'a

yemin ederim), Muhammed (s.a.v.) bana şöyle söyledi;

Resûlullah (s.a.v.): "Vallâhi'l-Azîm, Cebrail (a.s.) bana şöyle söyledi:

Cebrail (a.s.): "Vallâhi'l-Azîm, Mikail (a.s.) bana şöyle söyledi:

Mikail (a.s.): "Vallâhi'l-Azîm, İsrafil (a.s.) bana şöyle söyledi:

İsrafil (a.s.): "Vallâhi'l-Azîm, Allâhü Teâlâ Azze ve Celle şöyle

buyurdu:

"İzzetime, celâlime, cömertliğime ve keremime yemin ederim; kim Bismillâhirrahmânirrahîm ile Fatiha'yı bir kere okursa -sizi şahit tutarım ki- onu bağışlarım, iyiliklerini kabul eder ve kötülüklerini görmezden gelirim."

Bir hadîs-i şerîfte Cebrâil (a.s.) Peygamber Efendimize (s.a.v.): "Ya Muhammed! "Şüphesiz onların hepsine va'd olunan yer Cehennem'dir." meâlindeki (Hıcr sûresinin, 43.) âyeti inince ümmetin

hakkında cehennemden korkmuştum. Ancak Fatiha sûresi inince emin oldum." buyurdular.


11 Mayıs 2014

ANNELER GÜNÜ

Soru: Anneler günü hakkında bilgi verir misiniz? 
Cevab: Bismillahirrahmanirrahim
Annelere duyulan sevgi ve saygıyı belirtmek için her yıl, mayıs ayının ikinci pazarı, anneler günü olarak kutlanır ve yılın annesi seçilir. 
Aslında sadece mayıs ayının ikinci pazarı, anneler günü değil; yılın her günü, anneler günü; zamanın her anı anneler anı olmalıdır. 
Çünkü annelerin, senenin belli bir gününde sevilip te, diğer zamanlarda ihmal edilmemesi gerekir. Anneler, ömür boyu sevgiye, saygıya, hizmete ve hürmete daima layıktırlar. Anneler, başların tacı, gönüllerin ilacıdır. 
Unutmayalım ki, bizi nice zahmetlerle dokuz ay karnında taşıyan, doğuran, büyüten, bize en yakın insan annemizdir. Ana gibi yâr; vatan gibi diyar bulunur mu hiç? Anne, sevgilerin en güzelidir. Anne bağlılığın, fedakarlığın, cömertliğin, karşılık beklemeden vermenin ve sevmenin sembolüdür. Anne ilahi rahmete benzer. Hep verir, fakat karşılık beklemez. Bu sebeple sadece bir gün onları hatırlamak yeterli değildir.
Ne yazık ki, anneyi sadece “anneler günü”nde, babayı sadece “babalar günü”nde, sakatı sadece “sakatlar yılı”nda, çocukları sadece “çocuklar yılı”nda, hatırlayan çok acaip bir toplum olduk. Ana’yı “anneler günü”nde hatırlıyor olmak bitmişliğin en büyük emaresidir.
Hele hele bu anneler gününün batı patentli ve anneler günü hediyesi adı altında tamamen tüketime yönelik olması, anne ve anne hukukundan hiç bahsedilmemesi ayrıca düşündürücüdür.
Fakat gene de hiç yoktan iyidir. Çünkü bu vesile ile hiç olmazsa; Cennetin ayakları altına serildiği, çocuğunu zahmetle taşıyan, zahmetle dünyaya getiren o yüce varlığı, şefkat kahramanlarını, ana-babalarını tamamen ihmal eden günümüz çocuklarına sene de bir kere de olsa, hatırlatma imkânını bulmuş oluyoruz.
Ne mutlu! Annelerini, layıkıyla seven, onları her zaman hatırlayan, annelerine en güzel şekilde hizmet eden, annelerinin hayır dualarını alıp dünya ve ahiret mutluluğuna erebilen kimselere…
Avrupalının sadece senede bir gün kutladığı, anne ve baba günlerine hiç ama hiç ihtiyacımız yoktur. Çünkü analar gününü biz 15 asırdır her gün kutlarken, batılı ancak 105 yıldır senede bir gün kutluyor. 
Hayattayken annesine ilgisiz kalan ve zulmeden Amerikalı bir kadının güya annesinin ölümünden sonra pişman olduğu mayıs ayının ikinci pazar gününü anneler Günü olarak kutlamaya başlaması trajikomik bir vakıadır.
Biz Müslümanlar ise, dinimizin emri gereği anne ve babalarımızı her gün doya doya sevmenin ve anmanın mutluluğunu yaşamalıyız.
Çünkü biz, beş vakit namazlarımızda anne ve babamıza: 
 “Rabbenağfir-lî ve li-vâlideyye ve lil-mü’minîne yevme yekûmul hisâb. = Rabbim! Kıyamet gününde beni, anamı babamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrâhim sûresi: 41) duasını okutmadan selam verdirmeyen yüce İslam Dininin müntesipleriyiz. Medine-i Münevvere’de annesinden uzun müddet ayrı kalma izni alamadığı için Resûlullah (S.A.V.) Efendimizi göremeden dönen Yemenli Veysel Karani’leri örnek alan bir milletin evlatlarıyız.
Evet, biz Müslümanlar, cennetin ayakları altına tahsis edildiği anne ve babalarımızı senede bir gün değil her gün defalarca anmalıyız.
 “Diğer insanların hanımlarına karşı iffetli davranınız ki sizin kadınlarınız da iffetli olsun, iffetli kalsın. Anne ve babalarınıza iyilik ve ihsanda bulununuz ki, oğullarınız da size iyilik yapsın, hürmet etsin...”  Hadis-i şerifi gereğince anne babalarımıza devamlı iyilik ve ihsanda bulunmaya çalışmalıyız. Onlara, Rabbimizin emrettiği:
 “… Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara öylece merhamet et!”  duasını daima okumalıyız.
 

07 Mayıs 2014

İHLÂS SÛRESİ'NİN FAZİLETLERİ

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) buyurdular:

"Kul hüvellahu ehad (ihlas) sûresi Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birine muadil (denk)dir." (S. Müslim)

"Kim 'Kul hüvellahu ehad' sûresini bin kere okursa kendisini Allâhü Teâlâ'dan satın almış olur." (Suyûtî, Camiu 's-Sağîr)

•  "Kim sabah namazını kılar ve sonra ihlâs sûresini on bir kere okursa -şeytanlar uğraşsa da- o gün boyunca günahtan muhafaza olunur."

(Musannef-i İbn-i Ebi Şeybe)

•   "Kim İhlâs sûresini elli kere okursa elli senelik günahı bağışlanır."

(Sünen-i Darimî)

•   "Kim İhlâs sûresini bir defa okursa bu kendisine, iki defa okursa kendisiyle ailesine, üç defa okursa kendisine, ailesine ve komşularına bereket getirir." (İbn-i Asâkir, Tar.Dımaşk)

•   "Kıyâmet günü bir nidacı, 'Rahman'ı övenler kalksın' diye seslenir. Dünyada İhlâs sûresini çok okuyanlardan başkası kalkmaz."

•    "Kul hüvellahü ehad (ihlas) sûresini okuyan muhakkak Kur'ân-ı Kerîm'in üçte birini okumuş gibidir. İman eden ve şirk koşan kişilerin sayısınca ona sevap yazılır." (el-Metâlib-il Âliye ibn-i Hacer)

•  Hz. Ebû Hüreyre buyurdular ki:

Resûlullah (s.a.v) bir adamın 'Kul hüvellahu ehad' okuduğunu işittide Resûlullah (s.a.v) "Farz oldu" buyurdular. Ne farz oldu ya Resûlullah dedim.

'Cennet farz oldu.' buyurdular. (Tirmizi)

Bir sahabî Resûlullah'a (s.a.v) rızkının azlığından şikâyet etti. Resûlullah (s.a.v) ona eve girdiği zaman ailesine selâm vermesini ve bir kere İhlâs sûresini okumasını tavsiye buyurdu. Sahabî bunu yapınca Allâhü Teâlâ onun rızkını bollaştırdı. Hatta komşularının rızkı bile bollaştı.


ŞEYH NAZIM KIBRISİ VEFAT ETTİ

Güney Kıbrıs'ın Larnaka kentinde 21 Nisan 1922'da doğan Şeyh Muhammed Nazım Adil Kıbrısi, mutasavvıf ve Nakşibendi tarikatının önde gelen isimlerindendi.

1940`larda İstanbul Üniversitesi kimya bölümünde yüksek eğitim alan Kıbrısi, öğrencilik yıllarında Nakşibendi Şeyhi Süleyman Erzurumi'ye bağlandı.

YERİNE OĞLU GEÇECEK

Bir süre sonra şeyhinin izniyle Şam'a giderek Şeyh Abdullah Dağıstani'nin talebesi oldu. Dağıstani'nin 1973'te ölmesinin ardından yerine geçti. Nazım Kıbrısi, 2011'de kendinden sonra silsileyi oğlu Mehmet Adil'in devam ettireceğini ilan etti.

Evli ve dört çocuk sahibi olan Şeyh Nazım Kıbrısi; Türkçe, Arapça, İngilizce ve Yunanca biliyordu.

YASAK OLDUĞU DÖNEMDE EZANI ARAPÇA OKUDU

Şeyh Nazım Kıbrısi, ezanın Arapça lafzı ile okunmasının yasak olduğu dönemde Kıbrıs'a geri geldiği ilk gün şerefeye çıkıp ezanı Arapça lafzı ile okumuş ve bunun üzerine bir hafta hapis yatmıştı.

Serbest bırakılınca Lefkoşa'nın en büyük camii Selimiye'nin şerefesine çıkıp tekrar Arapça lafız ile ezan okumuş, bunun üzerine kendisine dava açılmıştı. Davayı beklerken Lefkoşa'nın köylerini gezip Arapça lafız ile ezan okumaya devam etmişti. Hakkında 114 dava aynı zaman diliminde açılmış ve 100 yılı aşan süre mahkumiyeti gündeme gelmişti.

MENDERES İZİN VERİNCE DAVALAR DÜŞTÜ

Davaların okunma gününe yakın, Adnan Menderes döneminde, TBMM'nin ezanın Arapça lafız ile okunmasını serbest bırakması üzere hakkındaki davalar düşmüştü.

Şeyh Nazım Kıbrısi'nin yürüttüğü faaliyetler şunlardı;

Toplantı, seminer, konferans ve sohbetler, Grup çalışmaları, Yerel ve uluslararası gençlik kampları, Gençlere gezi ve ziyaretler düzenlenmesi, Gazete basımı, bildiriler ve halkla ilişkiler, Kur'an-ı Kerim okuma yarışmaları, Milli-Dini öykü yazma yarışmaları, Film, video ve slayt gösterileri, Köy ve aile ziyaretleri, İslami kuruluşlarla temaslar, Kan bağışı kampanyaları, Ağaç dikme faaliyeti, Fakir çocukların sünnet edilmesi, Gençlere burs temini, fakir ailelere yardım verilmesi, Gençler arasında sportif müsabakalar tertip etme, Camilerimizin tamiri ve inşası için gerekli faaliyeti yapmak, Çeşitli kesimlere iftarlar düzenleme, Gençlere ücretsiz takviye kursları düzenlenmesi, Dini Bilgiler Kursları açmak, Ortaokul ve üniversite öğrencileri için yurt açma, Kıbrıs davası ve milli konularda aydınlatıcı faaliyetlerde bulunma.

06 Mayıs 2014

Makbul Tevbenin Şartları 3

Resulullah (S.A.V.) Efendimizin günah işlemekten korunduğu, dolayısıyla O’nun hiçbir günahı bulunmamasına rağmen O’nun hergün birçok defa tevbe etmesinin sebebi, ümmetine tevbe ve istiğfârın önemini göstermek ve hiçbir kimsenin ALLAH Teâlâ’ya, O’nun lâyık olduğu şekilde ibadet edemeyeceğini belirtmektir. Peygamberler, Cenâb-ı Hakk’ı en iyi bilen ve tanıyan kimseler oldukları için, O’na herkesten çok ibadet ederler; herkesten çok şükrederler ve O’na gerektiği şekilde ibadet edemediklerini itiraf ederler. Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de yeme, içme, yatma, uyuma, eşleriyle beraber olma gibi mübah işlerle meşgul olurken veya ümmetinin çeşitli problemleriyle uğraşırken Allah Teâlâ’yı gerektiği şekilde zikredip düşünemediği için tevbe ve istiğfâr ederek O’ndan af dilemektedir.Bu itibarla, idrak ettiğimiz Regaib gecesini eşsiz bir fırsat bilelim ve hayatımızın son kandili gibi kabul edelim. Kandil gecelerinin, ömür yapraklarının birer birer koptuğu, son Regaib gecesinden bu yana bir yıl daha yaşlanıldığını unutmayalım. Her anın, her zaman diliminin gereğini yapabilenler, hayatlarının sonunda pişman olmayacaklardır.Netice itibariyle, içerisinde bulunduğumuz bu mübarek günlerin kırbaçla dokunur gibi ruhumuza ihtar ettiği ortak bir hakikat vardır. Hal lisanıyla söylenen bu hakikat şudur: “İman edenler için, ALLAH Teâlâ’nın zikri ve kendilerine inen hakikat sebebiyle kalplerinin ürpereceği, saygıyla yumuşama zamanı daha gelmedi mi?” Büyüklerimizden olan, fakat gençliğinde Merv ile Ebîverd arasında eşkıyalık yapan bir çetenin reisi olan Fudayl b. İyaz (K.S.), aşık olduğu cariyenin evine girmek için duvara tırmandığı bir sırada içeride Kur’an-ı Kerîm okunuyordu. Sıra yukarıdaki âyet-i kerîmeye gelmişti. Fudayl, kırbaç gibi ruhunda şaklayan:“Kalplerinin ürpereceği, saygıyla yumuşama zamanı daha gelmedi mi?” âyet-i kerîmesini duyar duymaz kendini yere atmış ve: “O an geldi ya Rabbi” diyerek tevbe etmişti.  İşte o an, Fudayl’ın Hakk’a kavuşma yolunda yeni bir dönüm noktasıydı. Âyet-i kerîme bizi de tevbeye davet ederek içinde bulunduğumuz şu günlerde geniş mefhumuyla şöyle ihtarda bulunuyor: “Mübarek Receb ayına girdiniz, Regaib gecesine eriştiniz, bir yılınızı daha geride bıraktınız. Bu elinizdeki fırsat, son fırsat olabilir. Hâlâ ALLAH’ı zikrederek ve Kur’an-ı Kerîm okuyarak kalplerinizin yumuşama zamanı gelmedi mi?

4- Kur’an-ı Kerîm okumalı, dinlenilmeli ve ayrıca Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin, ashabın, tabiinin, diğer büyüklerimizin, meşayıhımızın, akrabalarımızın özellikle analarımızın, babalarımı-zın ve bizi yetiştiren muhterem hocalarımızın, üzerimizde hakkı bulunan ve emeği geçen zevatın... Kısacası bütün Müslümanların  ruhlarına Kur’an-ı Kerîm okunmalıdır. Bir düşünelim! Bu akşam biz ölmüş olsaydık, kabirde olmuş olsaydık. Bize akrabalarımız, yakınlarımız, dostlarımız tarafından ne yapılmasını beklerdik. Biz de aynısını yapalım ki bize de arkamızdan gelenler yapsınlar!…

5- Bütün Müslümanların mağfiret-i ilâhiyyeye, maddî ve manevî bütün hayırlara bereketlere nail olmaları, yeryüzünden zulüm ve küfrün kalkıp İslâm’ın hakim olması için de içtenlikle bol bol dua edilmelidir. Evet ALLAH Teâlâ’ya tam bir huşu içinde dua ve niyazda bulunmalıyız. Çünkü dua, rahmet kapılarının anahtarı, ibadetlerin özüdür, yalnızlaşan insanın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi olan ALLAH Teâlâ’ya yakarışı ve ona sığınışıdır, insanın yaratıcısına yaklaştığı en vasıtasız andır. Dua, sınırlı, sonlu ve aciz varlık olan insanın, sınırsız ve sonsuz kudret sahibi Rabbisi ile kurduğu bir köprüdür, Kadir-i Mutlak’ı imdada çağırmasıdır. Dua, kulluk şuuru içinde ve sıradan isteme anlamlarının ötesinde, ALLAH Teâlâ’nın Rablık ve ilahlık hakikatine en köklü bir sığınma hadisesidir. “De ki: Kulluk ve duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin ki!”  âyet-i kerîmesi buna işaret eder.Bu sebeple, idrak ettiğimiz şu mübarek gecede, içimizi ve dışımızı bilen Rabbimize ellerimizi ve gönüllerimizi açıp dua edelim. Selman-ı Farisi (R.A.) den rivayete göre Resûlullah (S.A.V.) efendimiz:“Rabbiniz hayiy yani isteyene istediğini veren, Kerîm yani istemeden veren, bol verendir. Kulu dua ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, o ellerini boş çevirmekten haya eder yani yapılan duayı mutlaka kabul eder.” buyurdu. O halde Rabbimizin bu vadinden istifâde ederek, açık olan tevbe kapısına ilticâ edelim. Tevbe edelim, tevbemizi kabul eder. O Yüce Rabbimizden mağfiret isteyelim, bizleri affeder. O, bizlere ana ve babalarımızdan daha şefkatli ve merhametlidir: “Ya Rabbi! Kulluk borcu olarak ve sırf ilâhî rızanı kazanmak niyeti ile bugüne kadar yapabildiğimiz ibadet ve taatlerimizi dergah-ı izzetinde kabul eyle. Ya Rabbi! Cümlemizi rahmetine gark eyle. Af v ü mağfiretine nail eyle. Cemalinle ve Firdevs Cennetinle müşerref eyle. Cehennemden uzak eyle. Dünya ve Ahiretimizi mamur eyle. İslâm’ı ve Müslümanları  aziz ve mansur eyle. Amin! Ya Rabbel-alemin ve ya erhamer-rahimin.”

  1Hadid Sûresi:16

  2Beyhaki, Suabul-iman, No: 7316, 5/468


Makbul Tevbenin Şartları 2

ALLAH Teâlâ’nın, daha önce bilerek veya bilmeyerek bazı kötülükler işledikleri halde, sonradan tevbe edip inanç ve yaşayışlarını düzel¬tenlere merhamet edeceğini bu şekilde kesin bir ifadeyle vaad etmesi, O’nun iyi kulları için eşsiz bir lütuf ve keremidir. Ayrıca burada, ilâhî rahmete mazhar ola¬bilmek için yalnızca tevbe edip hakka ve hayra yönelmenin şart koşulduğu, dola¬yısıyla insanların makam, servet, cinsiyet veya milliyet gibi durumlarına bakılmayacağı, böylece İslâm’ın, kelimenin en doğru anlamıyla adaletçi ve eşitlikçi bir din olduğuna işaret edildiği görülmektedir. Tevbe, sadece belli günahları işleyenlerin başvuracağı bir af kapısı değil, herkesin yapması gereken bir ibadettir. Çünkü tevbe, ruhumuzu arındırmanın en güzel yollarından biri ve yeniden dirilişin bir vasıtasıdır. Kur’an-ı Kerîm, ameli ne olursa olsun istisna koymaksızın herkesi tevbeye davet etmekte ve şöyle buyurmaktadır:“…. Ey Mü’minler! Hep birden, bütün günahlarınızdan ALLAH Teâlâ’ya tevbe ediniz ki, felaha, kurtuluşa eresiniz.”  Âyet-i kerîme, bütün mü’minlerin tevbe etmesini emretmekte, günahlardan kurtulma yolunun tevbe olduğunu belirtmekte, tevbesi kabul edilen kimsenin kurtuluşa erdiğini haber vermekte, dolayısıyla kusursuz kul olmayacağını bildirmektedir. Demek oluyor ki, sağlıklı bir toplumun önemli şartlarından biri, günahlarından kurtulmayı arzu eden ve bu maksatla ALLAH Teâlâ’ya yönelen fertlerden meydana gelmesidir. Çünkü tevbe eden kimse, yaptığı hatayı Allah Teâlâ’ya itiraf etmekte, o günahı bir daha yapmayacağına dair söz vermekte, O’nun merhametine sığınarak affını dilemekte ve böylece Cenâb-ı Hakk’ın yegâne bağışlayıcı olduğunu kabul etmektedir.“…Rabbinizden sizi bağışlamasını isteyiniz; sonra ona tevbe ediniz...” Günahları bağışlayacak olan ALLAH Teâlâ’dır. Kul bunu böyle bilerek Yüce Mevlâ’sına el açıp affını dileyecek ve yaptığı günahlardan dolayı pişmanlık duyduğunu O’na itiraf edecektir. Bağışlanmanın tek yolu budur.Ruhi olgunluğun doruğuna yükselmiş peygamberlerle beşer arasında bu bakımdan fark yoktur. Egar el-Müzenî (R.A.)den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:“Gerçek şu ki, bazen kalbime gaflet çöküyor. Ama ben, ALLAH Teâlâ’ya günde yüz defa istiğfar ederim.”  buyururken bu gerçeğe işaret etmektedir.Hadîs-i şerîflerde Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin Cenâb-ı Hakk’a her gün tevbe ve istiğfâr ettiğini görmekteyiz. Hadîs-i şerîflerde Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yaptığı tevbe ve istiğfârın miktarı da belirtilmekte, bunun yetmişten daha fazla olduğu, hatta yüzü bulduğu görülmektedir.Hadîs-i şerîfte geçen çoğu zaman yetmiş veya yüz rakamı: Çokluğu, fazlalığı anlatmak için kesretten kinâye olarak kullanılır.Bu durum karşısında bizim şöyle düşünmemiz gerekmektedir: Benim sevgili peygamberim, hiç günahı olmadığı halde hergün bu kadar tevbe ederse, günahlara boğulmuş olan ben, binlerce defa tevbe ve istiğfâr etmeliyim. Hiç olmazsa Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu sünnetine uyarak hergün yüz defa tevbe ve istiğfâr etmeye çalışmalıyım.Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, neden dolayı tevbe ettiğini de açıklamaktadır. İfade buyurduğuna göre yemek, içmek, uyumak, eşleriyle bir arada olmak gibi dünyevî bazı ihtiyaçlar sebebiyle Cenâb-ı Mevlâ ile gönül irtibatının azaldığı olur. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin tasvir buyurduğu üzere bu hal, devamlı irtibat halinde bulunduğu Mevlâsı ile kendisi arasına bir tür bulut veya perde gibi girmekte, kısa süreli de olsa, böyle bir irtibat kopukluğundan dolayı Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz hemen Cenâb-ı Hakk’a yönelmekte, kalbini kaplayan bir nevi gaflet halinden uzaklaşmak için istiğfâra tutunmaktadır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin anlattığı bu hal bir günah mıdır? Hayır, elbette günah değildir. Fakat O’nun ALLAH Teâlâ ile hemen hemen hiç eksilmeyen kuvvetli bir gönül alâkası vardır. Sözünü ettiğimiz dünyevî ihtiyaçlar ise bu alâkayı bir ölçüde zayıflatmaktadır. Biz farkında olmasak bile, Cenâb-ı Hak ile her an beraber olan hassas bir kalp için bu nevi irtibat azlığı hissedilir bir kopukluk meydana getirmektedir. Çünkü o kalp, ilâhî vahyin ışığıyla parıldadığı için, hiçbir beşerin kalbiyle mukayese edilemeyecek derecede aydınlık ve saftır.

İşte Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, aydınlık gönlündeki ilâhî nûrun bir nevi perdelenmesi halini kendisi için kusur saydığından, hemen Rabbine yönelip istiğfâr etmekte ve O’nun affını dilemektedir. Demek oluyor ki, peygamberler diğer insanlar gibi değildir. Onların dili ve gönlü her an Cenâb-ı Hakk’ı zikretmekle meşguldür. Bu zikrin ve devamlı irtibatın herhangi bir sebeple sekteye uğramasını onlar bir tür kusur saymaktadır.

1Nûr Sûresi:31

 2Hûd sûresi:52

 3Müslim, Zikr:41, No:2702, 4/2075


Makbul Tevbenin Şartları 1

İşlenen günah sadece ALLAH Teâlâ’ya karşı olup kul hakkını ilgilendirmiyorsa, bundan tevbe etmenin üç şartı vardır:
1- O günahı terketmek.
2- Onu yaptığına pişman olmak.
3- Bir daha yapmamaya karar vermek.
Şayet bu üç şarttan biri eksikse, tevbe edilmiş olmaz.
İşlenen günah kul hakkını ilgilendiriyorsa, ondan tevbe etmenin dört şartı vardır: 
Üçü yukarıda sayılan şartlardır. 
Dördüncüsü de kul hakkından arınıp kurtulmaktır. Bu da şöyle olur: 
Şayet bu hak mal ve benzeri bir şeyse, onu sahibine geri verir. 
Eğer “zina etti” diye iftira atmak gibi bir suçdan dolayı ceza görmeyi gerektiriyorsa, hak sahibine kendisini cezalandırma yetkisi verir veya ondan kendini bağışlamasını ister. 
Eğer bu kul hakkı birini gıybet suçu ise, o kimseden af diler. 
İnsanın yaptığı her günahdan dolayı tevbe etmesi gerekir. Günahlarının bir kısmından tevbe ederse, sadece o günahları hakkında tevbe etmiş sayılır; tevbe etmediği günahları devam eder.
Günahlardan arınıp Yüce Mevla’nın af ve mağfiretine erişmeyi umduğumuz bu geceyi idrak eden her insan, bu gayeye erişmenin heyecanını yaşamalı, ALLAH Teâlâ’nın:
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! ALLAH Teâlâ’nın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü ALLAH Teâlâ bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok mağfiret edici, çok merhamet edicidir.” (Zümer Sûresi: 53) müjdesinin farkına vararak kendi özüne dönmeli, günah ve kusurlarından dolayı tevbe etmeli, ibadet ve dua ile Rabbine yakınlaşmalı, ümütlerini canlandırmalı, yeni bir ümit ve kararlılıkla geleceğe bakmalı, bağışlama ve bağışlanma duygularını güçlendirmelidir.
“Haddi aşmak”tan maksat, günahlara dalarak ALLAH Teâlâ’nın hükümlerini çiğnemektir. “kendi nefisleri aleyhine” diye çevirdiğimiz “ala enfüsihim” deyimiyle, günah işleyen kişinin, her şeyden önce kendi ruhunu ve hayatını kirletmiş, kendisine zarar vermiş olacağına dikkat çekilmektedir.
Kul kusursuz olmaz. Bazılarının kusuru ise gerçekten büyük, çok büyük olabilir. Ama bir de ALLAH Teâlâ’nın rahmeti vardır. Âyet-i kerime, ALLAH Teâlâ’nın engin rahmeti karşısında, işlenen bütün kusur ve günahların önemini kaybedeceğini ve her insanın o ilâhî rahmetten istifade edebileceğini ifade buyurmaktadır. 
Bu âyet-i kerime, ALLAH Teâlâ’nın rahmet ve affının asla ümitsizliğe izin vermeyecek derecede geniş olduğunu en açık bir şekilde ortaya koyan ilâhî müjde olarak değerlendirilir. Kur’ân-ı Kerîm’de en  ümit verici  âyet-i kerime, bu âyet-i kerimedir. ALLAH Teâlâ’nın iradesini sınırlayacak hiçbir güç bulunmadığı için O’nun bağışlama yetkisine belli şartlarla sahip olduğu gibi bir görüş de ileri sürülemez.
Âyet-i kerimede, ALLAH Teâlâ’nın mağfiretinden değil de rahmetinden ümidinizi kesmeyin, buyurulmuş olması, çok daha büyük ümit kaynağıdır. Çünkü rahmetle muamele, bağışlamaktan sonraki lutuf ve ikramları da içine alır. Nitekim ümit kesmemenin gerekçesi olarak âyet-i kerimede “ALLAH Teâlâ’nın bütün günahları bağışlayacağı” zikredilmektedir.
Bununla birlikte âyet-i kerimenin: “ALLAH Teâlâ bütün günahları bağışlar” bölümünü, O’nun bir taahhüdü olarak anlayıp, inanan-inanmayan, tevbe eden-etmeyen, kendisine yönelen-yönelmeyen herkesi bağışlayacağını düşünmek, kaçınılmaz olarak dinî ve ahlakî gevşekliğe, hatta anarşiye yol açar. 
Bu âyet-i kerîmede ALLAH Teâlâ’nın rahmet ve muhabbetinin sonsuzluğu ifade edilmektedir. O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır, her insan bu ilâhî rahmetten istifade edebilir.
 Hiç şüphesiz bu âyet-i kerîmede ilâhî rahmetin enginliğinin hatırlatılması, günah işlemeye teşvik için değil, en günahkâr insanların bile bir an önce tevbe etmelerini sağlamak içindir. Dikkat etmek gerekir ki “ALLAH Teâlâ’nın rahmetinden ümit kesmeyin” demek, günah işlemeye devam edin, demek değildir. Bundan maksat, en günahkâr insanların bile tevbelerinin kabul edileceğini bildirmek, dolayısıyla bir an evvel kötülükten vazgeçip ALLAH Teâlâ’ya dönmelerini teşvik etmektir. Çünkü tevbe kapısı daima açık. ALLAH Teâlâ, kulun tevbe etmesini sever. Günahını itiraf etmesini sever. O’nun için tevbe kapısı açık. Tevbe ederse kurtulur, hasılı. Yeter ki tevbe etsin. Cenab-ı Hak buyuruyor ki:
“Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (En’âm Sûresi: 54)

01 Mayıs 2014

REGAİP KANDİLİNDE NELER YAPILMALI

Kelime olarak regâib, “çokça rağbet edilen, nefis, kıymetli, değerli, ihsan” mânâlarına gelen Ragibe kelimesinin çoğuludur. Buna göre Regaip Gecesi denilince: “Çok lütuf ve ihsanla dolu, kıymeti ve değeri büyük, çok iyi değerlendirilmesi gereken gece” mânâsı anlaşılır. Bu gece Allah lütuflarını sağanak sağanak yağdırır. Bu geceyi ibadetle ihya etmenin sevabı pek çoktur. Diğer zamanlarda okunan her Kur'ân harfi için on sevap verilirse, Recep ayında yüzleri geçmekte, Regâib kandilinde ise daha da artmaktadır. Kaza ve nafile namazların sevabı ise diğer gecelere oranla kat kat fazladır. Regâib kandilinde yapılacak ibadetlerden birisi de duadır. Peygamberimiz (sas), bir hadîslerinde bu gecede yapılacak duaların Allah katından geri çevrilmeyeceğini bildirmişlerdir. 
 
 
1. Kur'ân–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli; uygun mekânlarda Kur'ân ziyafetleri verilmeli; Kelamullah'a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli. 
 
2. Peygamber Efendimiz (sas)'e salât ü selâmlar getirilmeli; O'nun şefaatini ümit edip, ümmetinden olma şuuru tazelenmeli. 
 
3. Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli. 
 
4. Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli; idrak edilen geceyi son fırsat bilerek nedamet ve inabede bulunulmalı. 
 
5. Bol bol zikir, evrad ü ezkarda bulunulmalı. 
 
6. Mü'minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı. 
 
7. Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli. 8. Kişi kendine ve diğer Mü'min kardeşlerine hattâ isim zikrederek dualar etmeli. 
 
9. Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli. 
 
10. Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli. 
 
11. Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va'z ü nasihat dinlenmeli; 
 
12. Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı. 
 
13. Sahabe, ulema ve evliya türbeleri ziyaret edilmeli; hoşnutlukları alınmalı; ve manevî iklimlerinde vesilelikleriyle Hakk'a niyazda bulunulmalı. 
 
14. Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli. 
 

15. Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı

REGAİB GECESİNİN FAZİLETLERİ:

Peygamberimiz’in mevlid-i şerif olan kutlu doğumuyla yeryüzü nasıl küfür ve cehaletin karanlıklarından kurtulup büyük bir mutluluğa boğulduysa, onun dünyayı teşriflerinin ilk basamağı sayılabilecek bu Reğâib gecesini de bütün kainat alkışlamış, coşkun bir sevinçle ayakta karşılamıştır. Üç ayların ilki olan Receb-i şerif girdiğinde “Allahım, hakkımızda Receb ve Şa’ban ayını mübarek kıl, bizleri Ramazan ayına ulaştır.”[26] diye dua eden Allah Rasûlü’nün bu hadis-i şeriflerinden istinbat edilen yoruma göre: Receb ayının, hassaten mânen çok bereketli olan bu Reğâib gecesinin bir özelliği de mübarek Ramazan ayının ilk habercisi olmasıdır. Reğâib gecesi böyle dua etmek bir sünnet-i nebeviyeyi, bir peygamber münacaatını taklit ve takip olacaktır.

REGAİB KANDİLİNİ NASIL GEÇİRMELİYİZ?

1. Kur'an-ı Kerim okuyarak,

2. Peygamberimiz ( a.s.m)'ın mübarek duası olan Cevşen-ül Kebiri okuyarak,

3. Aile bireyleriyle birlikte günün mana ve ehemmiyeti hakkında sohbet ederek,

4. Allah rızası için namaz kılarak,

5. Hayatımızın geçmiş günleri ve yılları hakkında muhasebe yaparak,

6. Günahlarımızın bağışlanması için Allah'tan af dileyerek,

7. Sevgili Peygamberimize bol bol salât ve selâm okuyarak,

8. Dünya ve ahirete ait dileklerimiz için dua ederek,

9. Hastaları, yaşlıları ziyaret ederek; yoksulları, öksüz ve yetimleri sevindirerek,

10. Eş, dost ve yakınlarımızla tebrikleşerek,

11. Dargın ve küskünleri barıştırarak, değerlendirebiliriz.

REGAİB KANDİLİ NAMAZI NASIL KILINIR?

Regâib Gecesi Namazı: Bu geceyi ibâdetle geçirmenin sevabı pek çoktur. Bu gecede kılınacak namaz 12 rek’attir. Bu namazın kılınışı şöyledir:Her rek’atta fatihadan sonra üç kadir suresi ile 12 adette ihlas suresi okunur. Her iki rek’atta bir selam verilerek 12 rek’at tamamlanır. On ikinci rek’at kılınıp selam verildikten sonra yerinden kalkmadan yetmiş kere “ Allahumme salli ala Muhammedinin nebiyyil ummiyyi ve ala alihi” denilir. Sonra secdeye varılır. Secdede yetmiş kere “ subbuhun kuddusun Rabb-ul melaiketi verruhi” denir.

Sonra secdeden kalkılarak ettahiyyatta oturulur. Ve yetmiş kere “Rabbiğfir ve erham ve tecavez ta’lemü” dedikten sonra tekrar secde edilir. Secdede yetmiş kere “ subbuhun kuddusun Rabb-ul melaiketi verruhi” dedikten sonra, isteklerimizi alemlerin Rabbine arz edilir. 

ERZURUM'DA HALI YIKAMA SİZE BİR TELEFON KADAR YAKIN

TOMURCUK HALI YIKAMA
0442 214 19 34
0533 371 19 33

IŞILTI HALI YIKAMA
0442 242 05 97
0530 175 3414

POLAT HALI YIKAMA
0534 334 59 08
0 507 046 83 47

BURSADAKİ TORTUM DEMİRCİLER KÖYLÜLERİNİ MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ

Bursa'da yaşayan köylülerimiz ayda bir 27 hane reisi olarak toplanıyor. Kuranı Kerim okuyor, dua ediyor, birbirlerinden haberdar oluyor.
HABER YENİ FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ