ALLAH Teâlâ’nın, daha önce bilerek veya bilmeyerek bazı kötülükler işledikleri halde, sonradan tevbe edip inanç ve yaşayışlarını düzel¬tenlere merhamet edeceğini bu şekilde kesin bir ifadeyle vaad etmesi, O’nun iyi kulları için eşsiz bir lütuf ve keremidir. Ayrıca burada, ilâhî rahmete mazhar ola¬bilmek için yalnızca tevbe edip hakka ve hayra yönelmenin şart koşulduğu, dola¬yısıyla insanların makam, servet, cinsiyet veya milliyet gibi durumlarına bakılmayacağı, böylece İslâm’ın, kelimenin en doğru anlamıyla adaletçi ve eşitlikçi bir din olduğuna işaret edildiği görülmektedir. Tevbe, sadece belli günahları işleyenlerin başvuracağı bir af kapısı değil, herkesin yapması gereken bir ibadettir. Çünkü tevbe, ruhumuzu arındırmanın en güzel yollarından biri ve yeniden dirilişin bir vasıtasıdır. Kur’an-ı Kerîm, ameli ne olursa olsun istisna koymaksızın herkesi tevbeye davet etmekte ve şöyle buyurmaktadır:“…. Ey Mü’minler! Hep birden, bütün günahlarınızdan ALLAH Teâlâ’ya tevbe ediniz ki, felaha, kurtuluşa eresiniz.” Âyet-i kerîme, bütün mü’minlerin tevbe etmesini emretmekte, günahlardan kurtulma yolunun tevbe olduğunu belirtmekte, tevbesi kabul edilen kimsenin kurtuluşa erdiğini haber vermekte, dolayısıyla kusursuz kul olmayacağını bildirmektedir. Demek oluyor ki, sağlıklı bir toplumun önemli şartlarından biri, günahlarından kurtulmayı arzu eden ve bu maksatla ALLAH Teâlâ’ya yönelen fertlerden meydana gelmesidir. Çünkü tevbe eden kimse, yaptığı hatayı Allah Teâlâ’ya itiraf etmekte, o günahı bir daha yapmayacağına dair söz vermekte, O’nun merhametine sığınarak affını dilemekte ve böylece Cenâb-ı Hakk’ın yegâne bağışlayıcı olduğunu kabul etmektedir.“…Rabbinizden sizi bağışlamasını isteyiniz; sonra ona tevbe ediniz...” Günahları bağışlayacak olan ALLAH Teâlâ’dır. Kul bunu böyle bilerek Yüce Mevlâ’sına el açıp affını dileyecek ve yaptığı günahlardan dolayı pişmanlık duyduğunu O’na itiraf edecektir. Bağışlanmanın tek yolu budur.Ruhi olgunluğun doruğuna yükselmiş peygamberlerle beşer arasında bu bakımdan fark yoktur. Egar el-Müzenî (R.A.)den rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:“Gerçek şu ki, bazen kalbime gaflet çöküyor. Ama ben, ALLAH Teâlâ’ya günde yüz defa istiğfar ederim.” buyururken bu gerçeğe işaret etmektedir.Hadîs-i şerîflerde Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin Cenâb-ı Hakk’a her gün tevbe ve istiğfâr ettiğini görmekteyiz. Hadîs-i şerîflerde Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin yaptığı tevbe ve istiğfârın miktarı da belirtilmekte, bunun yetmişten daha fazla olduğu, hatta yüzü bulduğu görülmektedir.Hadîs-i şerîfte geçen çoğu zaman yetmiş veya yüz rakamı: Çokluğu, fazlalığı anlatmak için kesretten kinâye olarak kullanılır.Bu durum karşısında bizim şöyle düşünmemiz gerekmektedir: Benim sevgili peygamberim, hiç günahı olmadığı halde hergün bu kadar tevbe ederse, günahlara boğulmuş olan ben, binlerce defa tevbe ve istiğfâr etmeliyim. Hiç olmazsa Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimizin bu sünnetine uyarak hergün yüz defa tevbe ve istiğfâr etmeye çalışmalıyım.Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz, neden dolayı tevbe ettiğini de açıklamaktadır. İfade buyurduğuna göre yemek, içmek, uyumak, eşleriyle bir arada olmak gibi dünyevî bazı ihtiyaçlar sebebiyle Cenâb-ı Mevlâ ile gönül irtibatının azaldığı olur. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin tasvir buyurduğu üzere bu hal, devamlı irtibat halinde bulunduğu Mevlâsı ile kendisi arasına bir tür bulut veya perde gibi girmekte, kısa süreli de olsa, böyle bir irtibat kopukluğundan dolayı Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz hemen Cenâb-ı Hakk’a yönelmekte, kalbini kaplayan bir nevi gaflet halinden uzaklaşmak için istiğfâra tutunmaktadır. Resûlullah (S.A.V.) Efendimizin anlattığı bu hal bir günah mıdır? Hayır, elbette günah değildir. Fakat O’nun ALLAH Teâlâ ile hemen hemen hiç eksilmeyen kuvvetli bir gönül alâkası vardır. Sözünü ettiğimiz dünyevî ihtiyaçlar ise bu alâkayı bir ölçüde zayıflatmaktadır. Biz farkında olmasak bile, Cenâb-ı Hak ile her an beraber olan hassas bir kalp için bu nevi irtibat azlığı hissedilir bir kopukluk meydana getirmektedir. Çünkü o kalp, ilâhî vahyin ışığıyla parıldadığı için, hiçbir beşerin kalbiyle mukayese edilemeyecek derecede aydınlık ve saftır.İşte Resûlullah (S.A.V.) Efendimiz, aydınlık gönlündeki ilâhî nûrun bir nevi perdelenmesi halini kendisi için kusur saydığından, hemen Rabbine yönelip istiğfâr etmekte ve O’nun affını dilemektedir. Demek oluyor ki, peygamberler diğer insanlar gibi değildir. Onların dili ve gönlü her an Cenâb-ı Hakk’ı zikretmekle meşguldür. Bu zikrin ve devamlı irtibatın herhangi bir sebeple sekteye uğramasını onlar bir tür kusur saymaktadır.
1Nûr Sûresi:31
2Hûd sûresi:52
3Müslim, Zikr:41, No:2702, 4/2075
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder