BİR FATİHA DA SENDEN OLSUN
KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? TIKLA DA GÖR
Allah (cc), Kuran-ı Kerim’de Ankebut suresi 55. ayetinde:” Her canlı ölümü tadacaktır.”diyor. Bizler ve bu yazıyı siz...
24 Ocak 2013
İBADETTEN DE TUZAK OLUR
Allah’ın
emirlerine teslim olmak, farzı farz olarak görmek, nafileyi nafile olarak
görmek imanın gereğidir. İmandan sonra, mükellef olduğumuz emir ve yasakların
oldukları gibi anlaşılması, farzın farz düzeyinde, nafilenin de nafile
düzeyinde tutulması, haramın haram olarak mekruhun da mekruh olarak bilinmesi,
yine o imanın bir uzantısıdır.
Nafilenin
farz işlemi görmesi, farzın da nafile işlemine tabi tutulması kulluk açısından
kabul edilebilir değildir. Kul, teslim olmuş insandır. Bu teslimiyet İslam’ın
bütününe karşı teslimiyet olduğu kadar, iç ayrıntılarına da teslim olmaktır.
Aynı
şekilde, insan olmanın getirdiği zafiyetleri yok saymak da mümkün değildir.
Uykuya, yemeğe, çevreye, şehveti tatmine ihtiyacı olan bir insanın, tamamen
fıtrî olan bu ihtiyaçlarını yok saydığı bir programla İslam’ı yaşamaya
kalkışması hadislerdeki ifadesiyle ‘sünnetten yüz çevirmektir.’
Erkeklerin
kadın düşmanı, kadınların erkek düşmanı olarak yaşamaları, şeytanın
tuzaklarından bir tuzağa yakalanmış olmalarıdır. Bu arada maksadın daha takva,
daha iyi bir din yaşamak şeklinde belirlenmesi, sonucu değiştirmez. Daha iyi,
daha muttaki bir hayat, Peygamber aleyhisselamın yaşam tarzını aşarak elde
edilemez.
Resulûllah
sallallahu aleyhi ve sellem onca titizliğine ve onca Allah korkusu eksenli
yaşamasına rağmen dünya lezzetlerini kendine haram ederek yaşamadı. Evi
olmayan, mescidinde sabahlayan bir kimlik sahibi değildi. Cihat meydanlarına
çıktığı yolculuğu esnasında hanımlarını yanına alması düşündürücüdür. Onun
sünnetinde hayata küsmek de yoktur, her şeyi farz/haram düzeyinde görmek de
yoktur.
Aksine,
bir itidal vardır, her şeyi yerli yerinde görmek vardır. Allah’ın hakkına,
kulun hakkına, bedenin hakkına riayet vardır. İslam, her şeyin yerli yerinde
durduğu dinin adıdır.
Bilhassa
nafileler etrafında daha çok görülen, nafileyi farzdan değerli ve öncelikli
hâle getirme temayülü makbul bir iş olmanın ötesinde bir tuzaktır. Belki de
fark etmeyerek kendi kendimize kurduğumuz bir tuzaktır. Şeriat’ın ibadetler ve
günlük hayat için getirdiği önemli ve öncelikli listesini ihmal etmemizin bir
sonucudur bu şüphesiz.
Ef’ali
mükellefin olarak ezberleye geldiğimiz Farz, Vacib, Sünnet, Müstehab, Mübah,
Haram, Mekruh kavramları arasında sadece alfabetik açıdan bir sıralama varmış
gibi davranılması, aslında ibadetin ibadet kıvamından çıkarıldığını, bir tür
gelenek ya da nefsanî zevklerin tatminine vasıta hâline getirildiğini
göstermektedir.
Ramazan
gecelerinin nafilelerden bir nafile ile doldurulup sabah namazının cemaatle eda
edilmesine, belki de vaktinde kılınmasına mani hâline getirilmesinin başka
türlü izah edilebilecek yönü yoktur. Kur’an’ı şu kadar hızda ve bu kadar günde
hatmetmeyi bir çeşit yarış hâline getirenlerin, yürüyen Kur’an olmak gibi bir
kavramdan nasıl uzak kaldıklarını da izlemek mümkündür.
Eğer
maksat ibadetse, ibadet, onu emredenin emri doğrultusunda ve istediği tarzda
yapılmalıdır ki, ibadet kavramının içi doldurulmuş olsun. Yarışma ve kovalamaca
mantığıyla yapılan ibadetin şekli ibadet olabilir ama o ibadetten emrediliş
maksadının tahakkuk edip etmeyeceği belli olmaz.
İlim
tahsilinden zikre, kurban kesmeden hacca ve umreye, cami yaptırmaktan sadaka
vermeye varıncaya kadar, farzı ve nafilesi bulunan bütün ibadetlerde farzı
kollamak, farzlarda her şeyi yerli yerine oturtmak esas hedef olmalıdır. Ve
kesinlikle hiçbir nafile, farzın yerini almamalıdır. Zira farzların yerini alan
ya da işgal eden nafilenin, değil o işgal ettiği farz kadar değerli olması,
ibadet olması bile mümkün değildir. Cuma namazı saatinde kaç cüz Kur’an okunsa,
kaç hatim yapılsa Cuma namazının yerini doldurabilir? Hangi sadaka, hangi hayır
Cuma’nın farzının bedeli olabilir?
Sadece
Cuma namazı da değildir örnek.
Allah
Teâlâ’nın ailemizi ateşten korumamıza dair emri açık bir emirdir. Her mü’min,
bütün sosyal hizmetlerden önce kendisini ve ailesini ateşten korumakla
mükelleftir. Bu da, Allah’ın kati farzlarından biridir. Kimse kendisini ve
ailesini ateşe doğru kayar vaziyette bırakarak insanlığı kurtarma, hayır sahibi
olma gibi bir iş peşinde koşamaz. Zira farzı bırakıp nafileye geçmek gibi bir
anlayış, İslamî değildir. Bunu cihada da uyarlayabiliriz, Kur’an öğretmeye de.
Allah için ne yapılacaksa ondan muhakkak Allah’ın şeriatına dair kurallar
tatbik edilecektir.
Eğer
bu nokta ihmal edilir ve ibadetler kolayımıza geldiği gibi, hoşlandığımız gibi
ya da bize şişiriliş seviyesine göre yapılırsa, bunun ucunda, kendilerine göre
bir din ihdas eden eski ümmetlere benzeme tehlikesi vardır.
Bu
hususta, insanlara nasihatler eden, vaazlar yapıp ibadete teşvik eden
konuşmacıların, yazarların önemli bir etkisi vardır. Mesela, filan geceyi
ibadetle geçirmeyi anlatacak birinin, sırf o anlatacağı konu daha ikna edici
olsun diye ya da maazallah hitabeti beğenilsin diye, şu kadar tespih, filan
sureyi şu kadar okuma gibi amellere sahih naslarda vaat edilenin ötesinde
vaatlerde bulunmak hatadır.
Şunu
şu kadar yapana/diyene bir vaat varsa o vaat ancak ayette ve sahih hadiste
bulunması hâlinde doğrudur. Bir de şu tespihi şu kadar tekrar edene yapılan
ecir vaadi, herhâlde o günkü sabah namazını eda etmemiş olsa bile vaat edilmiş
değildir. Farzlarda kusuru bulunana vaat değil veîd vardır; o uyarılır,
müjdelenmez. Buna rağmen, ipin ucunu kaçırıp, şunu şu kadar yapan/diyen için
hicret etmekten, Uhud’da şehit olmaktan, cihattan, hacdan daha büyük sevaplar
vaat edilmesinin ne akılla ne de dinle bağlantı kurulabilecek makul bir yönü
yoktur.
Allah
Teâlâ’nın kitabında övdüğü, amellerine kabul buyurduğunu söylediği ashabı
kiramdan ve onların amelleri olan Uhud, hicret, cihat, Kur’an’a hizmet gibi
amellerin üstüne çıkacak işler olarak gösterilmeleri, tek bir yönden bile
kabullenilebilir tutum değildir. Her şey yerli yerinde durmalıdır. Filan işe
Allah Teâlâ’nın verdiği değer ne aşağı çekilmeli ne de yukarı çıkarılmalıdır.
Bu husus, dinin kutsiyetini muhafaza etmenin şartlarından biri olsa gerek.
Başka
bir şey yapamayanların veya kendilerini tatmin edecek nesne olarak
becerebildiklerini abartanların abartmaları, din olmadığı kadar dine zarar da
verebilir.
Sekizinci
Asırdan Bir Ses
Sekizinci
asrın saygın hadis âlimlerinden olan Zehebî, Abdullah bin Amr bin As
radıyallahu anha ait bir bilgiyi değerlendirirken, nafile ibadetlerin
abartılması konusunu farklı bir açıdan ele almaktadır. Siyeru
Â’lami’n-Nübela’da 3. cilt sayfa 83’ten Zehebi’nin tespitlerini izleyebiliriz.
Zehebî
burada Kur’an tilavetini abartanlara ait bir tabloyu tahlil etmektedir. Biz
bunu, herhangi bir nafile üzerinden ele alabiliriz.
“Abdullah
bin Amr diyor ki:
Kur’an’ı
ezberledim. Onu bir gecede okudum. Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem: ‘Onu
bir ayda oku’ dedi bana. ‘Bana izin ver, gençliğimden ve gücümden istifade
edeyim’ dedim. ‘Yirmi günde oku’ dedi. ‘İzin ver, istifade edeyim.’ dedim.
‘Yedi gecede oku’ dedi. ‘İzin ver istifade edeyim’ dedim. Kabul etmedi.
Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellemin, ona üç geceye kadar izin verdiği, üç geceden
daha hızlı okumaktan ise nehyettiği bilgisi de vardır. Yalnız bu durum, o
zamana kadar inen Kur’an ayetleri içindi. Daha sonra da Kur’an inmeye devam
etti. Buradaki nehyin, en azından Kur’an’ın üç günden daha hızlı bir zamanda
okunmasının mekruhluğu şeklindedir. Daha hızlı okuyanın, okuduğundan bir şey
anladığı da, düşündüğü de yoktur. Bir haftada okusa ve öyle devam etse,
faziletli bir amel olurdu. Din kolaydır.
Vallahi,
müekked sünnetlere, duha namazına, tahiyyetülmescide, sünnette sabit
olan zikirlere, yatarken ve kalkarken okunan dualara, farzlardan sonra ve
seherdeki tesbihata dikkat ederek; ihlâslı bir şekilde faydalı bir ilimle
meşgul olarak, emri bilmaruf yaparak, cahilleri irşad edip eğiterek, fasıkların
elini tutarak ve benzeri amelleri yaparak; namazları cemaatle huşu içinde,
mutmain bir kalple eda etmek, vaciplerin edası/haramların terki, çok dua çok
istiğfar, sadaka, sılayı rahim, tevazu… bunların hepsinde ihlasla uygulanan bir
programda teheccüdde Kur’an’ın yedide birini yani dört cüzü okumak, büyük ve
pek değerli bir iştir.
Bunlar,
ashabı yeminin, Allah’ın muttaki kullarının makamıdır. Bunun dışındakiler ise
istenen şeylerdir. Kul, her gün bir hatimle meşgul olduğunda kolay ve hanif
olana aykırı davranmış olur. Söylediklerimizin çoğunu da yapmamış olur,
okuduğunu da tefekkür edemez.
Şu
âbid sahabi efendimiz yaşlandığında: ‘Keşke Resulûllah sallallahu aleyhi ve
sellemin ruhsatını kabul etseydim’ demiştir.
Yine
ona Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, oruç hakkında böyle bir tavsiyede
bulunmuş ve: ‘Bir gün tut, bir gün ye; kardeşim Davud aleyhisselamın orucu
böyleydi’ demişti. ‘En üstün oruç Davud’un orucudur’ şeklinde buyurduğu da
sabittir. Sürekli orucu da nehyetmiştir.
Aleyhisselam
Efendimizin, gecenin bir bölümünü uyuyarak geçirmeyi emrettiğini de biliyoruz.
Buyurmuştur ki: ‘Ama ben, kalkıyorum, uyuyorum. Oruç tutuyorum, tutmuyorum.
Kadınlarla evleniyorum. Et yiyorum. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse o
benden değildir.’
Kendisine
ibadetlerinde veya evradında sünnete bağlılık ilkesi getirmeyen herkes, pişman
olacağı, yalnızlaşacağı ve mizacının bozulacağı bir yola girmiş olur.
Mü’minlere pek düşkün ve merhametli, onların hayrını düşünen peygamberinin
sünnetine uymakla elde edilecek nice hayrı da kaybeder. Peygamberimiz
aleyhisselam, ümmetine en üstün amelleri öğretmektedir. Onun dininde
olmayan evlenmeme ve ruhbanlığı da terk etmeyi emretmektedir. Sürekli orucu,
hiç iftar etmeden oruca devam etmeyi, ramazan ayının son on günü dışında
gecenin çoğunu uykusuz geçirmeyi, gücü yetenin evlenmemesini yasaklamış, et
yememeyi nehyetmiştir. Bunun gibi pek çok emri ve yasağı vardır.
Bunları
bilmeden ibadet eden mazur sayılabilir, ecir de kazanır. Muhammedî bilgilere
sahip birinin, onları görmezden gelerek ibadet etmesi ise bir aldanış ve daha
iyiden mahrum olmadır. Allah için amellerin en sevimlisi, az da olsa
sürekli olandır. Allah bize de size de güzel bir şekilde sünnete uymayı nasip
etsin, zevk peşinde ve aykırı olmaktan uzak tutsun.”
İyi
Düşünülmesi Gereken Bir Örnek
Müslim
bin Mihrak diyor ki:
“Aişe’ye:
‘Ey mü’minlerin annesi! Bazıları Kur’an’ı bir gecede iki veya üç kere
hatmediyorlar.’ dedim. Bana şöyle cevap verdi: Onlar okumuş veya okumamış!
Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem, gecenin tamamını kıyamda geçirir de
Bakara Suresi’ni, Âl-i İmran Suresi’ni ve Nisa Suresi’ni okurdu. Müjdeli bir
ayet gelince muhakkak dua eder, etkilenirdi. Azap ayetlerinden bir ayet gelince
de muhakkak dua edip Allah’a sığınırdı.” (Ahmed, 23756 )
NURETTİN YILDIZ
MİLLİ GAZETEDEN ALINTIDIR.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
ERZURUM'DA HALI YIKAMA SİZE BİR TELEFON KADAR YAKIN
TOMURCUK HALI YIKAMA
0442 214 19 34
0533 371 19 33
IŞILTI HALI YIKAMA
0442 242 05 97
0530 175 3414
POLAT HALI YIKAMA
0534 334 59 08
0 507 046 83 47
BURSADAKİ TORTUM DEMİRCİLER KÖYLÜLERİNİ MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ
Bursa'da yaşayan köylülerimiz ayda bir 27 hane reisi olarak toplanıyor. Kuranı Kerim okuyor, dua ediyor, birbirlerinden haberdar oluyor.
FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ
FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder