Benim kalbim temiz’, ‘Dinlerin özü zaten iyilik üzerine’, ‘Çalışmak da ibadet’, ‘Nasıl olsa Allah affeder’, ‘Allah beni böyle yaratmış’ , ‘Herkes böyle yaşıyor’... Bunlar ve benzerleri, insanın dinî yükümlülüklerden ve ibadetlerden kaçmak için kendisini inandırdığı bahaneler. Din felsefesi üzerine çalışmaları ile tanınan Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman, en çok kullandığımız bahaneler ile bunlara dinî kaynaklardan verdiği cevapları kitaplaştırdı. Bediüzzaman Hazretleri’nin “Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı; yarın ise senin elinde senet yok ki, ona maliksin. Öyle ise hakikî ömrünü bulunduğun gün bil. Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese yeni bir âlemin kapısıdır.” uyarısı ile kulağa ve nefse hoş gelen sözlere takılmadan, bugünü ahiretimiz için azık yapmak kurtuluşun reçetesi.
İnsan, kendini var eden, sayısız nimet ve imkân ile onu gözeten Rabbine karşı nankördür çoğu zaman. Musibet anında yakaran, rahata erdiğindeyse yakarışlarını unutan bir varlık. Geçici dünya heveslerinin peşinde koşan insanoğlu, neden yaratıldığını ve varlığının amacını sorgulamaya bile fırsat bulamaz. Ancak Rabb’inin emir ve yasaklarına karşı bir bahanesi olur her daim. Dini yükümlülüklerini yerine getirmemek için hem kendini hem de çevresini kandırmada her türlü kurnazlığa aklı erer. Oysa Allah’ın buyruklarına göre yaşamamak için türlü mazeretler ileri sürerek en büyük kötülüğü kendisine yapar. Hesap günü yaşadığı hayattan imtihana çekileceğini bile bile, gittiği yoldan neden geri dönmez ki insanoğlu? Hatalarıyla yüzleşmeyi ne diye sürekli erteler? Üstelik nereye kadar sürecektir bu görmezden gelme? Nesil Yayınları’ndan çıkan ‘Dini Konularda Kendini Kandırmanın 40 Yolu’ isimli kitapta sadece kendimizi kandırdığımız, çoğu birbiriyle çelişkili 40 bahaneyi görmek mümkün.
BENİM KALBİM TEMİZ
“Benim kalbim temiz olduğu için bana önceden malum olur”, “Allah hep gönlüme göre verir”, “Benim kalbim temiz çünkü kimseye zararı olmayan, etliye sütlüye karışmayan kendi halinde bir insanım” şeklinde cümleleri sıkça duyarız. Bu ifadeleri kullananların kendilerini temize çıkarmaya çalıştıkları aşikâr. İnsan için en tehlikeli olan şey, kalbinin temiz olduğu iddiasıyla dini buyrukları dikkate almaması. Bunun için ileri sürülen bahaneler, genellikle “Ben namaz kılmam, oruç tutmam, ama kalbim temiz” şeklindeki yaklaşımlarla ibadetleri önemsizleştirmeyle ya da dinin emir ve yasaklarını “Allah’ın insanlardan istediği temiz bir kalbe sahip olmaları değil mi?” şeklindeki yorumlara dönüştürmekle gösterir kendini. Ayetlerde ifade edildiği gibi “Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.” (Ali İmran, 119) İnsan, gönüllerin özünü ve gerçek niyetleri ancak Allah’ın bileceğini unutmamalı. Asıl olan ‘kalp temizliği’ bizim iddia ettiğimiz değil, ancak Allah’ın razı olacağı kalp temizliğidir.
NASIL OLSA AFFEDİLMEM ARTIK
Bazı insanlar, işledikleri günahlar sebebiyle çok kötü biri olduklarına ve geçmişte yaşadıkları hayattan pişmanlık duysalar da affedilmelerinin mümkün olmadığına inanır. Bu inanışları ise hayatlarına aynı hatalarla devam etmelerine sebep olur. “Zaten ahiretimizi kaybettik, bari bu dünyamızı yaşamaya devam edelim” yanlışına düşer insan. Yani bir manada Allah’ın rahmetinden ümit kestirir şeytan insana. Oysa Kur’an ayetleri bu konuda da uyarılarda bulunur. “De ki: Ey benlikleri aleyhine sınırı aşan/aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Allah, günahları tümden affeder. Çünkü O, mutlak Gafur, mutlak Rahim’dir. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin; çünkü Allah’ın rahmetinden inkâra sapanlar topluluğundan başkası ümit kesmez.” (Yusuf Suresi, 87) “Allah’a karşı hatam çok olduğundan dua ve ibadet etmeye yüzüm yok” şeklindeki ifadeler ile kişi farkında olmadan kendini daha da uzaklaştırır Rabb’inden. Hata yapıyor olmak kulluk vazifelerini yerine getirmeye engel olmamalı. Aksi halde kişi Allah’tan uzaklaştıkça daha da fazla gömülecektir hatalara.
HACIDAN HOCADAN KORKACAKSIN
İnsanların büyük çoğunluğunun dünyevi hırs ve çıkarları sebebiyle dinî kurallara aykırı davranışlar sergilediğini görmek mümkün. Bu davranışlardan herhangi birini sergileyen kişi ‘dindar’ ya da çevresi tarafından ‘dindar’ algılanan biri de olunca işin rengi değişiyor. Oysa dindar olan ya da o şekilde algılanan bir kişinin işlediği suç da herkes gibi kendisini bağlar. Bu suçu işlemesinin sebebi dini inancı değil, kendisidir. İnandığı pek çok şeyi uygulamayan sayısız insan vardır hayatta. Dindar insanlardan ahlâk dışı davranışların beklenmemesi gayet doğal. Ancak burada önemli olan kişilerin olaylar karşısındaki algılarında samimi olup olmadığı. Bu gibi olumsuz durumlarla karşılaşmamanın en etkili yolu ise insanların dinlerini bizzat kaynağından öğrenip günlük hayatlarına yansıtması. Din, ‘hacının hocanın’ ya da herhangi başka bir kişi ve kurumun tekelinde değildir.
PEYGAMBERLER VE ALLAH DOSTLARI GİBİ OLAMAYIZ
Peygamberlerin ve gerçek inananların Allah yolunda, O’nun rızasına uygun yaşamalarının bedeli olarak karşılaştıkları zorluk ve sıkıntılardan örnekler verince, bazı insanların “Biz kimiz ki onlar gibi olalım” şeklinde yorumlarına şahit oluruz. Burada peygamberlerin de, yanlarındaki inananların da insan olduğu unutulur. Evet, onlar üstün insanlardı, ama insanüstü değillerdi. İnsanüstü olmadıkları için de yaptıkları yapılabilir, göze aldıkları fedakârlıklar göze alınabilir. İnsanların bu tarz bahanelerin ardına sığınarak kendilerini kandırmayı bırakmaları gerekir. Şayet bir kişi gönülden ve samimiyetle Rabb’ine hayırlı bir kul olmak istiyorsa, peygamberler gibi olamayacağını değil aksine peygamberler gibi olması gerektiğini bilmesi gerekir.
DİNLERİN ÖZÜ İYİLİKTİR
İnsanı gaflete düşüren bir husus da dinî emirlerin sadece iyiliğe indirgenmesi. “Zaten tüm dinlerin özü iyi bir insan olmak değil mi?”, “Allah’ın kulundan beklediği şey iyi bir insan olmasıdır” şeklinde cümlelerle dinin iyiliğe eşitlendiği görülüyor. Peki, sadece bize sosyal bir çevre sağlayan toplumumuzun ‘iyi’ dediklerini dikkate alarak, bu kabulleri Allah’ın ‘iyi’lerinden üstün tutmak ya da bu ‘iyi’leri belirlerken Allah’ın buyruklarını dikkate almamak ne kadar mantıklı? Kur’an ayetleri, iyiliğin, ancak Allah tarafından ortaya konulan esaslara uygun olduğu oranda geçerli olacağını ifade eder. İyilik anlayışını, Allah’ın diğer emir ve yasaklarından ayrı düşünmek mümkün değil. Dinlerin iyiliğe indirgenmesi konusunda bir başka yanlış anlayış daha var: Hak dinler ile bazı Uzak Doğu inançlarının, aynı şekilde iyiliği öğütledikleri inancından hareketle bir görülmeleri.
ELHAMDÜLİLLAH BİZ DE MÜSLÜMAN’IZ
“Kardeşim yaptığın dinen sakıncalı değil mi?” dediğiniz bir arkadaşınız ya da “Şimdi iş var, akşam eve gidince kılarsın namazını” diyenler, ‘Ama’ ile başlayan bir cümle dahi kurmanıza fırsat vermeden hemen “En nihayetinde biz de Müslüman’ız.”savunmasını yapar. Oysa ki Müslümanlık, onu kimlik olarak taşımakla değil, gereklerini yerine getirmekle kazanılır. Tek başına inanmak yeterli olmaz. “İnsanlar, inandık demeleriyle kendi hallerine bırakılacaklarını ve hiçbir imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar!” (Ankebut) ayeti, sözle kendini savunanların akıbetini anlamaya yetiyor. Bir hatamız varsa, Müslüman oluşumuzu hatamıza kalkan yapamayız.
AKLIM VE MANTIĞIM YETER BANA
Yıllarca araştırmalar yapmış, sayısız kitap, makale okumuş ya da yayınlamış kimi ilim insanları vardır; bir kez olsun açıp da Yaratıcı’mın bana gönderdiği mesaj nedir diye İlahi kelamı okumamıştır. Bunun sebebi Allah’ın bazı emirlerini anlamsız bulmalarıdır. Hatta böyle kimseler “Bence bu daha mantıklı” şeklinde cümlelerle savunmalarda bulunur. Nefislerine yenildikleri ve Allah’a güvenmeleri gerektiğini bilmedikleri için bazı konuların hikmetini anlayamamaları bir yana bir de kendini su damlasından var eden Yaratıcısı’na akıl vermeye kalkar insan. Bu düşüncedekilerin halini “Gerçek şu ki, insan azar; kendini yeterli gördüğünden” (Alak 6-7) ayeti özetliyor.
EMRE DORMAN: TÜM İNANANLARIN KENDİSİYLE YÜZLEŞMESİNİ İSTEDİM
“Bu kitabı yazmak istememin sebebi kendim de dâhil tüm inananların kendileri ile yüzleşmeleri içindi. Biz çoğu zaman farkında olmadan, bazen de farkında olmak istemeyerek Allah’ın razı olmayacağı şeyleri kolayca yapabiliyoruz. Bu hataları yaparken de ya gecikmeden hemen bir bahanenin ardına gizleniyor ya da yaptığımız şeyin hata olduğunu bile bile Allah’ın rahmetine sığınıyoruz. Oysa dinî konularda üretilen bahaneler sadece dünyamızı değil ahiretimizi de ilgilendirir. Dolayısıyla geç olmadan kendimizle yüzleşerek Müslümanlığımızı sorgulamamız gerekir. Arkasına sığındığımız bahaneleri terk ederek samimi bir şekilde Allah’ın rızasına uygun bir kul olabiliriz. Dünyalık her fırsatı en iyi şekilde değerlendirmeye çalışan insan, başına gelebilecek en büyük fırsat olan hatalarından dönerek Allah’a yönelme fırsatını kaçırmamalı ve kendisine verilen ömür sermayesini yok yere tüketip boş uğraşlar uğruna harcamamalıdır. Dünyalık tüm edinimler dünyada kalır. İnsanın yanına kâr kalacak olan, ahiretine yönelik kazanımları.”