Rebîü'l-Evvel'in on ikinci Pazartesi günü idi. Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk ashâb-ı kirama sabah namazını kıldırıyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) kendisinde bir kuvvet gördü. Mescid-i Saâdet’e çıktı, ashabının saf saf olup ibâdet ettiklerini görünce pek sevindi ve Hz. Sıddîk’a uyup namaz kıldı.
Ashâb-ı kiram Peygamber Efendimiz’in iyileşmiş olduğunu sanarak pek sevinmişlerdi. Halbuki, Fahr-i Âlem (s.a.v.) namazdan sonra hücre-i saadetine döndü. Artık Rabb’inin manevî huzuruna kavuşacağı zaman geldi. O güllerden latif olan mübarek sîmâsı bazan kızarıyor, bazan sararıyordu. Alnından jaleler gibi ter katreleri serpiliyordu. Nihayet zeval vakti idi ki, birer hidâyet yıldızı gibi parlayan o güzel gözlerini semâya dikti: (Dünyadaki son kelimesi) Allâhümme'r-refîka'l-a'lâ “Allâh’ım! Beni refîk-i a’lâya kavuştur!” diye duâ etti, artık mukaddes ruhu a’lâ-yı ılliyyîne gitmişti. -Sallallâhü Teâlâ aleyhi vesellem-
MEVLİD-İ ŞERİFTEN
Yâ İlâhî saklagıl îmânımız,
Virelüm imân ile tâ cânımız.
Biz günâhkâr âsî mücrim kulları,
Yarlığayup kıl günâhlardan berî.
Kabrimiz îmân ile pür-nûr kıl,
Mûnisin gılmân ile hem hûr kıl.
Hem dahi mîzânımız eyle sakîl,
Cennete girmeğe lütfun kıl delîl.
Mustafâ’ya hem-civâr et yâ Kerîm!
Cennetü’l-Firdevs içinde yâ Rahîm!
Afv idüp isyânımız kıl rahmeti,
Ol Habîbin yüzi suyu hürmeti. (Süleyman Çelebi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder