BİR FATİHA DA SENDEN OLSUN
KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? TIKLA DA GÖR
Allah (cc), Kuran-ı Kerim’de Ankebut suresi 55. ayetinde:” Her canlı ölümü tadacaktır.”diyor. Bizler ve bu yazıyı siz...
30 Haziran 2013
TORTUM DEMİRCİLER KÖYÜ'NDEN MUHTEŞEM GEVEN RESİMLERİ
ORUÇ LÜGATÇESİ
Oruç: Savm ve Sıyâm: Fecr-i sâdıkdan başlayarak güneşin batışına kadar yemekten, içmekten ve cinsî yakınlıktan nefsi tutmaktır. Farz, vâcib, nâfile ve mekrûh kısımları vardır.
Sahur: Seher vaktinde yenen yemektir. “Seher” de ikinci fecir (sabah namazı vaktin)den biraz evvel olan vakittir.
İmsâk: Orucu bozan şeylerden nefsi hakikaten ve hükmen tutmaktır. İftarın zıddıdır.
İftâr: Güneşin batışından sonra orucu açmaktır. Oruçlu iken orucu bozacak bir şeyin yapılması da bir iftardır.
Fecr-i Kâzib: Birinci fecir. Gökte iki tarafı karanlık uzunlamasına bir hat şeklinde beliren bir beyazlıktan ibaret olup az sonra kaybolur, kendisini karanlık takip eder. Bundan sonra Fecr-i sâdık (sabah namazının vakti) meydana gelir.
Fecr-i Sâdık: İkinci fecir; Sabaha karşı doğu ufkundan yayılmaya başlayan beyaz bir aydınlıktan ibaret olur sabah namazı vaktidir.
Temkîn: Astronomik olarak hesaplanan vakitlerin fıkhî ölçülere uygun hale gelmesidir. Temkin, sadece ihtiyat için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir.
Eyyâm-ı Biyz: Kamerî ayların 13-14-15. günleridir. Bunlarda tutulan oruç müstehabdır. Ayın en parlak günleri olduğundan biyz denmiştir.
Iyd-ı fıtır (iftar bayramı): Iyd bayram demektir. İmsâke son verildiği için Ramazan bayramının ismidir.
Sadaka-i Fıtır: Ramazân-ı şerîf'in sonunda verilmesi icâb eden belli miktardaki sadakadan ibarettir.
Fidye: Bir fakirin sabahlı ve akşamlı bir günlük yiyeceği demektir ki, bu sadaka-ı fıtır mikdarıdır.
29 Haziran 2013
2014 YILI RAMAZAN'DA FİTRE 9. 25 TL
Başkan Prof. Dr. Raşit Küçük’ün başkanlığında toplanan Din İşleri Yüksek Kurulu’nca yapılan açıklamada, “, Müslüman toplumların neredeyse tamamına yakın bir kesimi tarafından veriliyor olması dikkate alınarak, mevcut sosyo-ekonomik hayat şartları ve bir kişinin günlük asgari gıda ihtiyacı göz önünde bulundurularak 2013 yılı Ramazan ayının başlangıcından 2014 yılı Ramazan ayının başlangıcına kadar olan sürede 9,25 TL olarak belirlenmesine karar verildi.” denildi.
27 Haziran 2013
El-Esmaul-Hüsna ile zikir yapalım
27/06/2013
Sabır Yayınlarından çıkan Allahı Nasıl Tanıyabiliriz? kitabımı okuyanlar el-Esmaul-Hüsna bölümündeki Esmaların neler için ne kadar okunması gerektiğini okuyunca şaşırıyorlar ve bu rakamların nasıl tespit edildiğini soruyorlar. Çok yerinde bir soru ve yerinde bir merak.
Konuya açıklık getirmeye çalışayım:
Önce, zikir nedir? sorusundan başlayalım.
Zikir:
Allahı anmak,
Hatırlamak,
Kişinin kendisini her zaman Allahın huzurunda olduğunu hissedecek tavır sergilemesidir.
Bu kelime Kuran-ı Kerimde 70 surede ve 256 yerde geçer. Bunlar 18 manada kullanılmıştır.
Zikir, çoğu insanın zannettiği gibi bazı tarikat üyelerinin sadece:
Acayip sesler çıkararak,
Kendilerine şişler batırarak,
Kendinden geçmiş gibi bir hâl alarak,
Sağa sola abartılı sallanmalarla,
Ürkütücü olabilen görüntüler sergileyerek,
Kendisinden geçme hali değildir.
Asıl zikir, hayatın her anında İslamın hükümlerini, kaidelerini tatbik etmektir.
Çeşitli zikir yöntemleri vardır.
El-Esmaul-Hüsna ile Allahın bize verdiği kendi özelliklerinin bazılarının bizim sinir sistemimizdeki karşılıklarının açılımı ve etkileşimine dayanan Esmayı zikir için iyi bilmek ve böylece yapmak gerekir. Eğer bu hususta beceri yoksa ehlinden yardım almak icap eder. Hangi isim ve isimlerle zikredeyim ve her bir ismi kaç defa zikredeyim bu, maksadın hâsıl olması için çok önemlidir. Kitaplarda zikredilen sayılar ortalama rakamlardır. Oysa her kişinin etki alanı farklıdır; bu farkı tespit etmek gerekir. Çünkü insanın bedeni ve zihni Allaha göre ayarlıdır. Bu ayarı Esma ile ayarlamak hayatı anlamlaştırır.
Üstün sinir sistemi ve donanımla yaratılan insan zikrinden bütün varlıklardan daha çok verim alır.
Zikirde sayılar/miktarlar vardır. Bu rakamlar çok önemlidir. Herkese göre de farklılık arzeder. Sinir sistemine etkisi gerçekleşir, insanın dikkatini toparlama, unutkanlığı bertaraf etmeye, bir şeye yoğunlaşmaya sebep olur.
Dünyada her şey bir enerji dengesidir. Onun için yenilen her şey, içecekler, elbiselerin rengi, algılanan kokular hep farklı bir enerjiye dönüşmekte ve farklı etkiler oluşturmaktadır.
Onun için yediklerimize, içtiklerimize, taktıklarımıza, kokularımıza, renklerimize dikkat etmemiz gerekiyor.
Fırtınalı bir deniz, zelzeleli bir zemin kendi lisanıyla, Ya Cebbar, Ya Aziz, Ya Kahhar diyerek zikrediyor. Yumuşak ruhlu kedi mırmırlarıyla, Ya Rahim, Ya Rahim diye zikrediyor.
Güzelim çiçekler, Ya Cemil, Ya Musavvir isimlerini okuyorlar.
Ey Müslüman! Sen ne ile zikrediyorsun?
26 Haziran 2013
2013 Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS): Soru Kitapçıkları ve Cevap Anahtarlarının Yayımlanması (24.06.2013)
DUYURU(24 Haziran 2013) 2013 Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS):Soru Kitapçıkları ve Cevap Anahtarlarının Yayımlanması 15-16-22-23 Haziran 2013 tarihlerinde yapılan Lisans Yerleştirme Sınavlarının (LYS) Temel Soru Kitapçıkları ile Cevap Anahtarlarına, 24 Haziran 2013günü saat 13.30’dan itibaren aşağıdaki bağlantıdan erişilebilecektir. 2013-LYS’lerde kullanılan sorular, Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında eser niteliğinde olup, telif hakları ÖSYM’ye aittir. ÖSYM’nin yazılı izni olmadan hiçbir şekilde çoğaltılamaz, dağıtılamaz ve yayınlanamaz. İzinsiz kullananlar veya internet sayfalarında kullanıma açanlar hakkında yasal işlem yapılır. Adaylara ve kamuoyuna duyurulur. ÖSYM BAŞKANLIĞI 2013-LYS Temel Soru Kitapçıkları ve Cevap Anahtarları
| |||||||||||||||||||||||||
SONRADAN GÖRMELER İLE İLGİLİ ÖZLÜ SÖZ
ET VE TATLI İLE İLGİLİ ÖZLÜ SÖZ
25 Haziran 2013
24 Haziran 2013
KUR’ÂN-I KERÎM’İ ÖĞRENİP, OKUMAK VE OKUTMAK
Fâtiha sûresiyle diğer bir sûreyi ezberlemek vâcibtir ki bununla farz da yerine getirilmiş olur.
Kur’ân-ı Kerîm’in diğer kısımlarını ezberlemek de müslümanlar için bir farz-ı kifâyedir.
Kur’ân-ı Kerîm’i namaz dışında Mushaf-ı Şerîf’ten bakarak okumak, ezbere okumaktan daha faziletlidir.
Kur’ân-ı Kerîm’i namaz haricinde de kıbleye dönerek ve temiz elbiseler giyinmiş bulunarak abdestli okumak müstehabtır.
Kur’ân Kerîm’i okumaya eûzü besmele ile başlamak müstehabdır.
Kur’ân-ı Kerîm’i ayda bir kere hatmetmek, yani Fatiha’dan Nâs sûresine kadar tamamını okumak evlâdır. Senede bir, kırk günde bir, haftada bir hatmedilmesi evladır diyenler de vardır.
Kur’ân-ı Kerîm’i üç günden az bir müddette hatmetmek müstehab değildir. Çünkü böyle az bir müddette okuyan, Kur’ân-ı Kerîm’in yüksek manalarını düşünemez, tecvidine de riâyet edemez.
Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemek farzdır. Başka işler ile uğraşan kimselerin yanlarında Kur'ân âyetlerinin alenen (duyulacak surette sesli) okunması uygun değildir. Bu halde Kur’ân-ı Kerîm’i dinlemeyenler değil, okuyanlar günaha girmiş olurlar.
Kur’ân-ı Kerîm’i okumak nâfile ibadetten, sesli okumak gizli okumaktan ve dinlemek, okumaktan daha faziletlidir.
Bir kimse yürürken veya bir iş görürken Kur’ân-ı Kerîm’i okuyabilir.
Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup öğrenmiş olan kimse sonradan Mushaf-ı Şerîf’ten okuyamayacak derecede unutacak olsa günahkâr olur.
Kur’ân-ı Kerîm’i okumak gibi başkasına öğretmek de pek büyük bir ibadettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Sizin en hayırlınız, Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenip başkalarına öğreteninizdir.” buyurdular.
BERÂT GECESİ’NDE İBÂDET
Namaza şöyle niyet edilir:
“Yâ Rabbi, niyet ettim senin rızâ-yı şerîfin için namaza. Beni afv-ı ilâhîne, feyz-i ilâhîne mazhar eyle. Kasvet-i kalbden, dünyâ ve âhiret sıkıntılarından halâs eyleyip, süedâ defterine kaydeyle.”
Her rek’atte Fâtiha’dan sonra 10 İhlâs-ı şerîf okunur. İki rek’atte bir selâm verilerek 100 rek’ate tamamlanır.
Namazdan sonra; Allâhü Teâlâ’nın “Hû” ism-i şerîfinin ebced hesabına göre değeri 11’dir. Resûlullah Efendimiz’in isimlerinden “Tâhâ”nın ebced hesâbıyla değeri de 14 olduğu için,
Aşağıdaki 11 şey 14 adet okunur.Bunlar;
1. İstiğfâr: 14 kere,
2. Salevât-ı şerîfe: 14 kere,
3. Fâtiha-i şerîfe (Besmeleyle): 14 kere,
4. Âyetü’l-Kürsî (Besmeleyle): 14 kere,
5. Tevbe Sûresi’nin son 2 âyeti olan “Lekad câeküm...” (Besmeleyle): 14 kere,
6. 14 kere “Yâsin, Yâsin...” dedikten sonra 1 Yâsîn-i şerîf. (Yâsîn-i Şerîfte 7 zâhirî, 7 bâtınî “mübîn” vardır, böylece o da 14 olur.)
7. İhlâs-ı şerîf (Besmeleyle): 14 kere,
8. Felak Sûresi (Besmeleyle): 14 kere,
9. Nâs Sûresi (Besmeleyle): 14 kere,
10. “Sübhânellâhi ve’l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi’l-aliyyi’l-azîm”: 14 kere,
11. Salevât-ı şerîfe (Salât-ı Münciye okumak daha fazîletlidir): 14 kere okunur ve duâ edilir.
(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
23 Haziran 2013
22 Haziran 2013
BERAT GECESİNİN FAZİLETLERİ
“Günahtan tövbe eden günahsız gibidir”
Değerli okurlarım! Yarın akşam Berat kandilidir. İnananlara iki cihan saadeti vaat eden yüce dinimizin, mübarek gecelerinden biri de Kameri aylardan Şaban ayının onbeşinci gecesi olan “Berat gecesidir” Berat, Borçtan, suç ve cezadan kurtulmak demektir. Istılah manası ise nişan ve ferman anlamı taşımaktadır.
Bu gece, olgun müminlerin ilahi bir heyecanla Alla hu Teâlâ’nın Rahmet ve mağfiretine koştukları, tam bir teslimiyetle Yüce Mevla’ya bağlandıkları ulvi bir gecedir.
Bu gece, insanlığa bir şifa ve öğüt, Mü’minlere bir hidayet ve rahmet olan “Kur’an-ı Kerim’de Mübarek” olarak zikredilmekte ve işlerin taksim edildiği gece diye bildirilmektedir. Alla hu Teâlâ şöyle buyuruyor.
“Apaçık kitaba yemin olsun ki, şüphesiz biz onu mübarek bir gecede indirdik. Gerçek biz haber vericiyiz. (O bir gecedir ki,) nezdimizden bir emirle her hikmetli işe o gecede hükmedilir. ( Duhan Suresi.1–6) B u ayet de adı geçen gecenin Berat gecesi olduğu bildirilmektedir.
Berat gecesine mahsus beş özellik vardır:
1-Kur’an-ı Kerim Berat gecesinde “Levh-i mahfuz’dan” alınmış ve bütün halinde dünya senasına indirilmiştir.
2-Mahlûkatın bir sene içerisindeki rızıkları, zengin veya fakir, aziz veya zelil, olacakları, doğum veya ölümleri gibi her mühim işi ayırt etme işi görevli meleklere verilir.
3-Beraat gecesinde yapılan ibadetlerin faziletleri, karşılıkları büyüktür.
4-Bu gece mağfiret gecesidir. Hadisi şeriflerden anlaşıldığına göre Güzeller güzeli (s.a.v.) Müslümanların bu gece berat alacaklarını, gönülden tövbe edenlerin tövbelerinin kabul edileceğini müjdelemiştir.( Müsned.2.)
Bu gece Allahu Teala’ya isyan halinde olanların,kin besleyenlerin,akrabaları ile ilgiyi kesenlerin,,hayat ve ihtişamlarından dolayı kibirlenenlerin,içkiden vazgeçmeyenlerin,anne ve babalarına haksız yere karşı gelenlerin,,günahlar içinde yaşayanların tövbe istiğfar etmeleri için güzel bir fırsattır.
5- Âlemlerin efendisi (s.a.v.) e şefaat hakkının tamamı bu gece verilmiştir.
Görülüyor ki, Berat gecesi “Kur’an-ı Kerim’le” şereflenen bir gecedir. Bu gecenin feyiz ve bereketinden istifade etmek için Kainat’ın efendisi (s.a.v.) haber veriyor. Şaban’ın onbeşinci gecesi olduğu zaman o geceyi ibadetle ihya ediniz. Gündüzü nüde de oruçla geçiriniz. Cünkü Alla hu Teâlâ o gece güneş doğuncaya kadar dünya âlemine rahmet nazarı ile tecelli eder. Ve buyurur ki:
“Yok, mu istiğfar eden, mağfiret edelim? Yok mu? Rızık isteye, rızıklandıralım? Yok, mu dert ve musibete uğrayan, şifa verelim? Daha ne gibi dilekleri olanlar varsa istesinler verelim..
Berat gecesi bir fırsat kapısıdır. Bu fırsatı en güzel bir şekilde değerlendirmeliyiz. Namaz kılmalı, zikir etmeli ümmeti Muhammed’e bol bol dua etmeli, tövbe istiğfar etmeli ve gözyaşı dökmeliyiz. Sultanlar Sultanı (s.a.v.) kendisine tahsis edilen Şaban ayını hep ibadetle geçirirdi.
Şaban-ı şerifin onbeşinci Berat gecesi Cebrail (.a.s.) gelerek “Müjdeler olsun Ya Muhammed (s.a.v.) Şirk koşanların dışında Hz. Allah (c.c.) bütün ümmeti sana bağışlamıştır.
Başını göğe kaldır, Bak ne göreceksin” buyurdu. Âlemlerin Efendisi (s.a.v.) başını kaldırınca gördü ki, göklerin bütün kapıları açılmış.Dünya semasından arşa kadar sıralanan bütün melekler secdeye kapanmışlar, ümmet-i Muhammed’in (.s.a.v.) günahlarının affedilmesi için dua ediyorlar.
Gökyüzünün her kapısında bir melek durmaktadır.
”Bir şey isteyen yok mu, dilediği verilsin? Dua eden yok mu, duası kabul edilsin? Tövbe eden yok mu, tövbesi kabul edilsin? Günahlarının affını dileyen yok mu, günahları bağışlansın?”
Hz İsa (a.s.) Bir gün dağlarda gayet güzel yeşilliklerin arasında dolaşırken gözü beyaz bir kaya ya ilişir. Kayanın güzelliğine hayran olur. Tam bu sırada Allahu Teâlâ vahiy yoluyla
“Ya İsa Sana bundan daha güzelini göstermemi istermisin?” diye sorar. O da” İstemez olurmuyum!” buyurur. O büyük kaya birden yarılır ve içinde ibadet etmekte olan aksakallı bir zat ile zeytin ağacı görülür.
Hz. İsa peygamber merak eder, o ağacın neyin nesi olduğunu ve kaç yıldır ibadet ettiğini sorar. Nur yüzlü ihtiyar da “O zeytinlerle sene boyunca karnını doyurduğunu, tam dört yüz yıldır o mağarada kaldığını, bütün vakitlerini ibadetle geçirip, bir kere bile insanların arasına karışmadığını” söyler.
Bu manzaraya çok sevinen, adeta iftihar edip göğsü kabaran Hz. İsa (a.s.) Bu kadar senedir durmadan ibadet eden bu zatla iftihar etmekte haklısın. Fakat senden sonra Muhammed (s.a.v.) adında bir peygamber göndereceğim. O’ na bir “Berat gecesi” vereceğim ki, ümmeti arasında bu geceyi ibadet ve tatla geçirenler nezdimde senin ibadetine hayran olduğun sofudan daha hayırlı olacaklar.
Ümmeti Muhammed’e (s.a.v.) verilen nice nimetler vardır. Günahkâr olsa da Hz Muhammed (s.a.v.) ümmeti diğer ümmetlerden daha kıymetlidir.
Hz. Ömer (.r.a.) anlatıyor. ”Bir gün Kâinat’ın Sultanı (s.a.v.) bir sahabeyi ziyarete gittik, adam hasta, yatmakta idi. Efendimiz (s.a.v.) tebve et, dedi. Fakat adam o derece hasta idi ki dilini döndüremiyordu Gözlerini göğe dikti. Mahzun mahzun baktı. Onun halini geren Efendimiz (s.a.v.) tebessüm buyurdu.
Niçin gülümsediğini sorduğumda şöyle cevap verdi. Hasta diliyle tövbe edemeyince gözlerini göğe dikti. Yürekten tövbe etti. Alla hu Teâlâ’da meleklerine şöyle buyurdu.
Ey meleklerim! Kulum diliyle tövbe edemedi. Ama yürekten derin bir pişmanlık duydu. Siz şahit olun ki, onun tövbe sini kabul ettim ve onu bağışladım. İşte Ya Ömer! Bende memnun olduğum için gülümsedim buyurdular.
Efendiler Efendisi (s.a.v.) buyuruyor. “Günahtan tövbe eden günahsız gibidir” şunu bilelim ki saadet, mutluluk, huzur, Alla hu Teâlâ’nın ve Rasülüllah (s.a.v.) in emirlerine uygun olarak yaşamakla mümkündür. Habibullah (s.a.v.) in bu gecede yaptığı bir dua ile konumuzu bitirelim.
“Allahım! Azabından affına, gazabından rızana sığınıyor, Senden yine Sana iltica ediyorum. Sana gereği gibi hamletmekten acizim. Sen, Seni sena ettiğin gibi yücesin”
Rabbime emanet olunuz. Berat kandiliniz mübarek olsun
21 Haziran 2013
İlaç aldığın kadar dua ediyor musun?
Çok ama çok etkilendiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Daha yakınlarda yaşadığım ve şok edici tesirlerini Rabb’ime her el kaldırışımda iliklerime kadar hissettiğim bu hadise hastalık ve dua ile alâkalı.
Allah, her hastaya Şâfî ismiyle tecelli buyursun; hastalık hayatın daha doğrusu dünya hayatındaki yaşadığımız imtihanın bir parçası. Tersi de doğru; sıhhat de imtihanın bir parçası. İmtihanı kazanmak ve kaybetmek ise bu ikisine karşı alacağımız tavırlarla doğru orantılı.
Eroziv gastrit dedikleri mide hastalığı münasebetiyle aldığım ilaçlar vardı. Doktorlar tedavinin ilki 14 gün, ikincisi ise 6 aylık süren uzun bir sürece yayılacağını söylediler. Devam ediyorum tedaviye. Muntazam ilaçlarımı almaya çalışıyorum. Buna rağmen zaman zaman sanki hiç tedavi olmuyor, ilaç almıyorcasına tedavi öncesi semptomları yaşıyorum. Kaldı ki doktorlar bunu da söylediler bana. Hem de aynı lafızlarla; hastalık belirtileri tedavi esnasında yeniden nüksedebilir; hatta daha da kötü hissedebilirsiniz kendinizi dediler.
Yine böyle bir gün doktorumla farklı bir ortamda karşılaştım. Ayaküstü ilaçlarımı düzenli olarak aldığımdan, bununla beraber hâlâ yaşadığım semptomlardan bahsettim. İtham edici bir dil kullanmadım ama söylediğim sözler ilaçlarınız hiçbir işe yaramadı manasına geliyordu ihtimal. Birkaç cümlelik sözüm bitince doktorumun bana söyledikleri şeyler, işte bu yazının yazılmasına sebebiyet veren ve bende şok etkisi yapan sözlerdi: “İlaçlarını düzenli bir şekilde almaya gösterdiğin ölçüde dua etmeye de özen gösterdin mi?”
Ne yalan söyleyeyim, yüzümün bir yanağında tabir caizse vurdu mu muhatabını yere seren bir Osmanlı tokadının aksini hissettim. “Rabb’im bana şifalar ihsan buyur.” diye dua dua yalvardın mı? Bu diğer yanağımda hissettiğim ikinci tokattı. “Halbuki ben sana dua et demiş hatta reçetenin başına duayı yazmıştım.” Bu cümle üçüncü bir tokattı ve kendimi merdiven basamaklarını otururken buldum.
Şoke olmuştum. Devam ediyordu doktor; tedavinin uzun süreceğini, hiç tedavi olmuyormuş gibi ağrıların nüksedeceğini söylediğini hatırlatıyordu ama benim aklım duadaydı; zira gerçekten şok olmuştum. Neden şoke oldum? Doktordan böyle bir çıkış beklemediğimden mi? Belki. Nedim’in “haddeden geçmiş nezaket yâl u bâl olmuş sana” mısraı ile anlattığı nezaket ve nezaheti temsil eden bir insanın bu çıkışı beni derinden sarstı.
Duaya ve duanın tesir gücüne inanmadığımdan mı? Hayır. Bunu kabul, imanımı sorgulamak manasına gelir ki bu türlü bir haksızlığı kendime yapamam. Hamd olsun, duaya da, duanın tesir gücüne de, Allah’ın nihayetsiz kudretine de, hiç ilaç kullanmasam dahi Allah murâdını yâr ederse Şafiî ismiyle tecelli buyuracağına inanıyorum.
Öyleyse neden? Çok düşündüm ve vardığım sonuç şu: Tıpkı doktorun dediği gibi ilaç almada gösterdiğimiz düzen ve hassasiyet ölçüsünde dua etmeyişimden. Bunun belki de hiç alışık olmadığımız şekilde ve beklemediğimiz zamanda yüzümüze karşı açıkça ifade edilişinden. Halbuki inanıyordum. Doktorlar da ilaçlar da vesile, bu vesilelere hakiki tesir gücü verecek olan Hz. Şâfî sadece Allah diyordum. Ama şimdi iman-amel arasındaki korkunç boşlukla yüzleşince şoke oldum ve hâlâ şokun tesirini üzerinden atamadım.
İnanç-amel bütünlüğünü yakalamak
Bu hatırayı ve kısmen muhasebe, murakabe sayılabilecek bu düşüncelerimi sizlerle paylaşmamın sebebi işte bu. Öyle zannediyorum ki sadece ben değilim bu istikamette hareket eden hasta. Çoklarımız inanç-amel bütünlüğünü yakalayamıyoruz. Bir kırılma noktası aslında bu inanan bir insan için. Dualite hakim çoklarımızın hayatında. İnançlarımız ile söylemlerimiz, söylemlerimiz ile eylemlerimiz o kadar çok farklılık arz ediyor ki bazen aynaya baksak sanırım kendimizi tanıyamayız. Merhum Akif’in,
“Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile...
Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile!
Kaç hakiki Müslüman gördümse, hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir”
dizeleri ile anlattığı gerçek bu olsa gerek.
İşe yaradı mı doktorumun bu çıkışı? Ölçü, ilaçları düzenli alma hassasiyeti içinde düzenli bir şekilde dua etmekse; eskiye nisbetle daha çok Hz. Şâfî’ye sığınma; Şâfî ismini vird-ü zeban ile O’ndan meded umma; Efendimiz’den (sas) mervi sahih şifa talebini muhtevi dualarla Rabb’in rahmet, merhamet, şefkat ve şifa kapısının tokmağına dokunma ise evet işe yaradı. Ama duada derinliği yakalama, cebriye felsefesiyle sebeplere tesir-i hakiki vermeden, bir başka ifade ile “ilaçlar olsa da olur olmasa da olur” dercesine şifanın tek ve yegane kaynağının Allah olduğu bilinci ile dua etmekse, onu Allah bilir.
Sonuç; duaya inancı, o inancın hasıl edeceği ruhu, içtenliği, samimiyeti yakalamak zorundayız; eğer gerçekten inanıyorsak. O zaman kim bilir Allah şekil şartlarına uymasak bile Şâfî ismiyle tecelli edecektir. Meşhur hikâyedir; bir cuma günü ezan okunurken herkes camiye koşar ama küçük bir çocuk koyunlara çobanlık yapsın diye sürülerin başında bırakılır. Herkesin heyecanla camiye yöneldiğini gören çocuk koyunların başında yere oturur ve “elif, be, te, se” demeye başlar. Yoldan geçen birisi bunu duyar ve sorar çocuğa ne yapıyorsun diye. Çocuğun cevabı Şu: “Ben hiç dua bilmiyorum. Fakat Allah’ın beni koruması ve koyunlarımı güderken bana yardım etmesini istiyorum. O her şeyi bildiğine göre, bu harfleri yan yana koyar ve ne söylemek istediğimi bilir diye düşündüm.” demiş. Sade, basit ve anlaşılabilir ama nice madde üstü ve madde ötesi yolculuklara kaynaklık yapacak engin bir hazine bence çocuğun bu yaklaşımı.
Son sözüm doktoruma; inandığımız ama inandığımız ölçüde hayatımızda yer vermediğimiz bir hakikatle çok sert bir şekilde de olsa yüzleşmemi sağladığınız için teşekkürler. Böyle doktorları bizlere ihsan eden Rabb’ime de
20 Haziran 2013
GİYİNME ADABI
Allâh’ın nimetine şükür için iyi elbise giymek müstehaptır. Gurur ve kibre sebep olmayacak, fakirleri gücendirmeyecek şekilde bayramlarda, Cuma günlerinde ve toplantılarda kıymetli ve güzel elbiseler giymek mübahtır.
Kibirlenmemek şartıyla güzel ve kıymetli elbise giymekte beis yoktur. İmam-ı Â’zam Efendimiz kıymetli elbise giyerdi. Kibirlenmek ve insanlara övünmek için güzel elbise giymek mekruhtur.
Giyim kuşamda uygun olan, akran ve emsali gibi giyinmekdir. Çok kıymetli veya çok eski elbise giymek uygun olmaz.
Fasık ve facirlerin giydiği elbiseleri giymek mekruh olur.
Mecûsî, putperest vs. kâfirlere mahsus elbiseleri giymek, erkeklerin ipek elbise giymesi, erkeklerin kadın elbisesi ve kadınların erkek elbisesi giymesi câiz değildir.
Vücut hatlarını belli edecek kadar dar ve teni gösterecek kadar şeffaf elbise giymek de caiz değildir.
19 Haziran 2013
İMANIN ŞUBELERİNDEN: HAYÂ
Hayâ imandandır. Hayâ, Allah korkusuyla günah işlemekten utanıp sıkılmaktır.
Hayâ, dünyâ ve âhiretin bütün hayırlarını toplayıcıdır. Îmânın şirazesidir. Zira hayâ sâhibi kimsenin işlediği ve işlemeyi terk ettiği şeyler dîne uygundur. Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
• “Hayâ, ancak hayır getirir.” ve “Hayâ dînin tamâmıdır.” buyurmuştur.
• “Allâhü Teâlâ’dan hakkı ile hayâ etmek:
Başını Allâh’dan başkasına secde etmekten ve başındaki ağız, göz ve kulağı haramlardan koruman,
Karnını ve karnındakileri, ırzını, namusunu haram işlemekten koruman ve ölümü hatırlamandır. Kim ahîreti istiyorsa dünyanın aldatıcı zînetini terk eder. Kim bunları yaparsa Allâhü Teâlâ’dan hakkı ile haya etmiş olur.
• “Muhakkak bu ümmetten ilk kaldırılacak şey hayâ ve emânete riayettir. Sizler Allâh’dan bu iki şeyi isteyiniz."
• “Hayâ îmandandır, îman ise cennettedir.
Kötü ve çirkin söz cefâdır, cefâ ise cehennemdedir.”
Süleyman Dârânî (rh.) şöyle demiştir: Kul, Rabb’inden hayâ ederse, Allâhü Teâlâ onun ayıplarını örtüp insanlardan gizler, hatâlarını affeder, kıyâmet günü hesâbını kolay eyler.
BEYİT:
Küçükler gerçi suç etmek hatâdır.
Ulular afv-i cürm etmek atâdır. (Behiştî)
(Küçüklerin suç işlemesi gerçi hatadır, büyüklerin suçu affetmesi ise ihsandır.)
18 Haziran 2013
17 Haziran 2013
EZÂN VE KÂMETE DÂİR BAZI HÜKÜMLER
• Cuma namazından başka bir farz için birden fazla ezan ve hiçbir farz namaz için birden fazla kâmet caiz değildir. Bir câmide ezan ve kâmetle vakit namazı kılındıktan sonra yalnız veya cemaatle aynı namaz için tekrar ezân ve kâmet okunmaz.
• Vitir, bayram namazları ile terâvih vs. nâfile namazlarda ezan ve kâmet yoktur.
• Ezân ile kâmet, vakit namazları için sünnet olduğu gibi kazâ namazları için de sünnettir.
• Birkaç kaza namazı başka başka yerlerde kazâ edildiği takdirde her biri için ezân ve kâmet lazımdır. Aynı yerde kazâ edildiği takdirde -her biri için hem ezân hem de kâmet daha faziletli ise de- ilk kazâ edilecek namaz için ezân ve kâmet okunup, diğerleri için sadece kâmet okunması kâfidir.
• Kâmet ile namaz arasında yemek, içmek gibi bir şey olursa kâmeti iâde etmek gerekir.
• Müezzinin ezân ve kâmet esnâsında konuşması ve selâm alması mekruhtur.
• Ezân okunurken işitenlerin susmaları, hatta Kur'ân okuyan kimsenin de durup ezânı dinlemesi daha faziletlidir.
• Ezân ve kâmeti işiten kimsenin bunları müezzin gibi kendi kendine okuması; ‘Eşhedü enne Muhammeden Resûlullâh’ denirken birincide salevât getirmesi, ikincisinde de “Karrat aynî bike yâ Resûlallah”* deyip baş parmak tırnaklarını öperek gözlerine sürmesi, ‘Hayye ale's-salâh ve hayye ale'l-felâh’ denirken de ‘Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh’ demesi müstehabdır.
Sabah ezanında “Essalatü hayrun mine’n-nevm” den sonra “Sadakte ve berirte” demek müstehaptır.
*Manası: Gözüm zatınla nurlandı, yâ Resûllullah.
16 Haziran 2013
ERZURUM'DA HALI YIKAMA SİZE BİR TELEFON KADAR YAKIN
BURSADAKİ TORTUM DEMİRCİLER KÖYLÜLERİNİ MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ
FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ