BİR FATİHA DA SENDEN OLSUN
KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? TIKLA DA GÖR
Allah (cc), Kuran-ı Kerim’de Ankebut suresi 55. ayetinde:” Her canlı ölümü tadacaktır.”diyor. Bizler ve bu yazıyı siz...
21 Mart 2015
RESÛLULLAH’IN ABDULLAH B. ABBAS’A TAVSİYESİ
17 Mart 2015
Siz de sofranızda bu duygular içinde misiniz?
Müslüman’ın sofrasını anlatan siyer alimleri, sofrada (dört şeyin farz, dört şeyin sünnet, dört şeyin de edep) olduğuna işarette bulunmuş, bunların sofrada düşünülmesi gerektiğine de dikkat çekmişlerdir.
En başta sofradaki dört farzı şöyle sıralamışlar:
1- Sofrada yenilecek yemeğin helal olması, haram yolla kazanılmış olmaması.
2- Helal yemeği Allah’ın ihsan ettiği sıhhat ve verdiği fırsat ile kazandığını düşünüp hep şükür duyguları içinde yenmesi.
3- Kendine layık olanın verilen nimet olduğunu düşünmesi, bunu küçümseyip de şikâyet duygusuna kaymaması, ‘bundan da mahrum olanlar var’ diyerek hep haline şükretme duygusu içinde olması.
4- Yediği yemeğin verdiği kuvvetle Allah’a (cc) itaat edip emirlerini yerine getirme niyet ve azminde olması.. sofranın farzlarından sayılmıştır.
Sofradaki dört sünnet de şöyle sıralanmış:
1- Sofraya elleri yıkadıktan sonra oturup besmele ile başlamak.
2- Yemeğe devam ederken, bu nimetleri ihsan edeni düşünüp şükür duyguları içinde yemek.
3- Yemekten ‘elhamdülillah’ diyerek kalkıp yine el yıkayarak yerine oturmak.
4- Yer sofrasında yiyorsa, sağ dizini midesine kuvvet verecek şekilde dikip sol dizi yere yatırarak üzerine oturmak. Yani sofrada (zikir-fikir-şükür) duyguları içinde olmak.
Sofradaki bu duyguları da şöyle sıralamışlar:
- Başta Bismillah demek zikirdir, ortada bu nimeti vereni düşünerek yemek fikirdir, sonunda Elhamdülillah diyerek kalkmak da şükürdür!.
Sofranın dört edebini ise şöyle dikkate vermişler:
1- Yemeğe kendi önünden başlamak, başkasının önüne uzanmak gibi bir dalgınlığa düşmemek.
2- Lokmayı küçük alıp, başkasını rahatsız etmeyecek şekilde ağzı kapalı çiğnemek.
3- Yemek boyunca başkasının ağzındaki lokmaya bakmaktan da kaçınmak.
4- Şüpheyi çekecek şekilde yemeği koklamamak, üflemekle yenecek sıcaklıkta ise soğuyuncaya kadar beklemek.
Sofrada görgüsüzlük sayılan hallerden kaçınmayı da şöyle ifade etmişler:
1- Beklenenler gelmeden yemeğe başlamaktan kaçınmak.
2- Lokma ağızda iken konuşarak ağız içindeki çiğnemin görülmesine yol açmamak. Lokmayı çiğnerken ağız şapırdatıp tiksinmelere sebep olmamak.
3- Bardaktaki suyun birazını içip gerisini bekleterek bardaktan başkasının istifadesine engel olmamak.
Sofrada iştiha varken çekilmeyip tıka basa yemenin zararları da şöyle ifade edilir:
1- Çok yemekte ısrar eden kimsenin kalbinde Allah korkusuna ait hassasiyet azalmaya başlar.
2- Acıma, şefkat etme hissi körleşir, acımasız, şefkatsiz insan haline dönüşür.
3- Şevkle yaptığı ibadetlerini isteksiz şekilde yapmaya başlar.
4- Hikmetli bir söz işitse takdir etme duygusu azalır.
5- Kendisi değerli bir söz söylese değersiz söz gibi karşılanır.
Bunlardan dolayı sofrada çok yemeyip mide üç bölüme ayrılır. Bir kısmı yemek için, bir kısmı su için, bir kısmı da rahat nefes almak için..
Besmele ile başlayacağınız yemekleriniz afiyet olsun.
Canan Karatay'dan çocuklar için ilginç tavsiye
15 Mart 2015
2015 YGS soruları
ÖSYM Başkanlığınca, öncesinde ve sırasında her türlü tedbirin alındığı YGS'nin sorunsuz tamamlandığı bilgisi paylaşıldı. Sınav sorularından rastgele seçilen yüzde 20'si, "osym.gov.tr" adresinden erişime açıldı.
YGS SORULARI İÇİN TIKLAYIN!
ÖSYM'den yapılan açıklamada şöyle;
2015 Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sisteminin (ÖSYS) birinci aşaması olan Yükseköğretime Geçiş Sınavı (2015-YGS) tüm yurtta 171 sınav merkezinde, toplam 7.031 sınav binasında, 109 bin 393 sınav salonunda bugün saat 10:00’da başlayıp 12.40’da tamamlanmıştır. Sınav süresince toplam 314 bin 816 personel özveri ile görev yapmıştır.
Ülkemizin geleceği olan 2.046.716 gencimizin girmiş olduğu bu yarışın hak ve adalet ölçüsü içerisinde gerçekleştirilebilmesi için yaklaşık 6 aydan fazla bir süredir gece gündüz çok titiz bir çalışma yürütülmüştür. Sınav öncesinde ve sınav sırasında her türlü tedbir alınmış ve ilgili çalışmalar planlandığı gibi dakika dakika yürütülerek sınav sorunsuz biçimde tamamlanmıştır.
ÖSYM Yönetim Kurulu kararı doğrultusunda 2015-YGS’ye ait sorularının tamamından rastgele seçilen % 20’sine aşağıdaki bağlantıdan yayımlanmıştır. Adaylar sonuç açıklama sonrasında sınavda yer alan soruları kendi soru kitapçıklarındaki sırada olmak üzere ais.osym.gov.tr adresinden erişebileceklerdir.
Sınavın tüm adaylar, aileleri ve ülkemiz için hayırlı olmasını ve sınavın tüm aşamalarında görev alan ÖSYM Personeline, Sınav Görevlilerimize ve Emniyet Görevlilerimize teşekkür ederiz.
ADAYLARIN GÖZÜNDEN YGS
Üniversiteye girişte birinci aşama olan Yükseköğretime Geçiş Sınavı'na (YGS) giren kimi adaylar, sınavın zor olduğunu belirtirken, kimi adaylar da soruları kolayca yanıtladıklarını ifade etti.
YGS, Türkiye'de tüm il ve bazı ilçe merkezleri ile KKTC'nin başkenti Lefkoşa'da, 171 sınav merkezinde 6 bin 853 bina, 109 bin 307 salonda, 314 bin 861 görevliyle bugün gerçekleştirildi.
Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde sınav çıkışında gazetecilerin sorularını yanıtlayan bazı adaylar, sınavın kolay olduğunu belirtirken, kimileri de testlerin yanıtlarını verirken zorlandıklarını ifade etti. İstanbul Üniversitesi Endüstri Mühendisliğinden 1994'da mezun olan ve ardından yüksek lisansını yapan Mustafa Özkul, yıllar sonra arkadaşlarıyla YGS'ye yeniden girip bakış açılarını test ettiklerini anlattı.
Sınavın genel olarak zor olduğunu belirten Özkul, "Analitik bakış açısı gerektiriyordu, bilgi değil. Bu kadar kısa sürede bu gençlerin yapabileceği kanaati bende zor. Bu sonuçta en güzelini seçmek için yapılan bir sınav. Bu jenerasyonun karşılaştığı sorular çok daha zor kanaatindeyim. Çünkü bizde konuyu bilirseniz yapabiliyordunuz ama şimdi stresle boğuşuyorsunuz. Benim insanlara verebileceğim bir hesap yok ama gençlerin bir beklentisi var. Onların birilerine bir hesapları var. Allah onların yardımcısı olsun" diye konuştu.
Oğullarından birinin 3 yıl sonra YGS'ye gireceğini ifade eden Özkul, "Ona örnek olması açısından girdim sınava. Beraber bir talebelik yapabilir miyiz diye düşündüm. İçimdeki çocukluk hisleri depreşti diyebilirim" görüşünü ifade etti. Özkul, kazandığı takdirde yeniden üniversite öğrencisi olabileceğini söyledi.
Bir aday ise gazetecilerin sınavla ilgili değerlendirmesini sorduğunda, "Ben daha önce de çok girdim, bana değil gençlere sorun sınavı" ifadesini kullandı.
Aynı binada sınava giren kimi adaylar ise "sınavımız fena değildi" değerlendirmesini yaparken, Türkçe testinin biraz karmaşık olduğunu, matematik sorularının ise kolay olduğunu dile getirdi.
Bazı adaylar ise sınavın genel olarak kolay olduğunu belirtirken, zorlandıkları soruların bulunmadığını vurguladı.
Adaylardan bir kısmı da Türkçe paragraflarının geçen yıla göre daha kısa şekilde hazırlandığını, ancak bazı cevaplar arasında ikilemde kalarak yanıt verdiklerini aktardı.
13 Mart 2015
KÖYLÜMÜZ HASTA
Erdoğan, Mehmet Akif'in 'Ordunun Duası' şiirini okudu
Memur-Sen'in "100. Yılında Çanakkale Ruhu ve Gençlik" adlı programında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında Çanakkale şehitlerini ve Mehmet Akif Ersoy'u andı.
ORDUNUN DUASI ŞİİRİNİ OKUDU
Burada Mehmet Akif'in "Ordunun Duası" şiirinin son paragrafını okuyan Erdoğan, konuşmasını "Amin desin hep birden yiğitler, Allahu Ekber gökten şehitler, Amin! Amin! Allahu Ekber" cümleleriyle tamamladı.
Erdoğan'ın okuduğu "Ordunun Duası" isimli şiir:
Yılmam ölümden, yaradan, askerim
Orduma 'Gazi' dedi Peygamber'im
Bir dileğim var ölürüm isterim
Yurduma tek düşman ayak basmasın
Amin desin hep birden yiğitler
Allahu ekber gökten şehitler
Amin! Amin! Allahu ekber
Türk eriyiz silsilemiz kahraman
Müslümanız Hakk'a tapan müslüman
Putları Allah tanıyanlar, aman
Mescidimin boynuna çan asmasın
Amin desin hep birden yiğitler
Allahu ekber gökten şehitler
Amin! Amin! Allahu ekber
Millet için etti mi ordum sefer
Kükremiş arslan kesilir her nefer
Döktüğü kandan göğe vursun zafer
Toprağa bir damlası boşa akmasın
Amin desin hep birden yiğitler
Allahu ekber gökten şehitler
Amin! Amin! Allahu ekber
Ey ulu Peygamberimiz nerdesin
Dinle minaremde öten gür sesin
Gel! Bana yar ol ki cihan titresin
Kimse dönüp süngüme yan bakmasın
Amin desin hep birden yiğitler
Allahu ekber gökten şehitler
Amin! Amin! Allahu ekber
12 Mart 2015
12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulü
Bugün 12 Mart İstiklal Marşı'nın Kabulü ve Mehmet Akif Ersoy'u Anma Günü. İstiklal Marşı'nın kabulünün üzerinden tam olarak 94 yıl geçti. İşte Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı İstiklal Marşı'nın tüm kıtaları... Mehmet Akif Ersoy tarafından kaleme alınan İstiklal Marşı'nın kabulü, 12 Mart 1921 yılında I. TBMM tarafından düzenlenen yarışma sonucunda oldu. Bu yarışmaya katılan 724 eserin arasından Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı İstiklal Marşı, ulusal marşımız olarak kabul edildi. İstiklal Marşı'nın kabulünün sonrasında ise, 1924 yılında, Ali Rıfat Çağatay'ın bestesi kabul edildi ve İstiklal Marşı 1930 yılına kadar bu besteyle okundu. Ancak 1930′da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör’ün 1922′de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapmıştır.
İSTİKLAL MARŞI'NIN KABULÜ
Türk Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, İstiklâl Harbi'nin milli bir ruh içerisinde kazanılması imkânını sağlamak amacıyla Maarif Vekaleti, 1921'de bir güfte yarışması düzenlemiş, söz konusu yarışmaya toplam 724 şiir katılmıştır. Kazanan güfteye para ödülü konduğu için önce yarışmaya katılmak istemeyen Burdur milletvekili Mehmet Âkif Ersoy, Maarif Vekili Hamdullah Suphi'nin ısrarı üzerine, Ankara'daki Taceddin Dergahı'nda yazdığı ve İstiklal Harbi'ni verecek olan Türk Ordusu'na hitap ettiği şiirini yarışmaya koymuştur. Yapılan elemeler sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 12 Mart 1921 tarihli oturumunda, bazı mebusların itirazlarına rağmen Mehmet Âkif'in yazdığı şiir coşkulu alkışlarla kabul edilmiştir. Mecliste İstiklâl Marşı'nı okuyan ilk kişi dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver olmuştur.
Mehmet Âkif Ersoy İstiklâl Marşı'nın güftesini, şiirlerini topladığı Safahat'a dahil etmemiş ve İstiklâl Marşı'nın Türk Milleti'nin eseri olduğunu beyan etmiştir.
İSTİKLAL MARŞI'NIN BESTELENMESİ
Şiirin bestelenmesi için açılan ikinci yarışmaya 24 besteci katılmış, 1924 yılında Ankara'da toplanan seçici kurul, Ali Rıfat Çağatay'ın bestesini kabul etmiştir. Bu
beste 1930 yılına kadar çalındıysa da 1930'da değiştirilerek, dönemin Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Şefi Osman Zeki Üngör'ün 1922'de hazırladığı bugünkü beste yürürlüğe konmuş, toplamda dokuz dörtlük ve bir beşlikten oluşan marşın armonilemesini Edgar Manas, bando düzenlemesini de İhsan Servet Künçer yapmıştır. Üngör'ün yakın dostu Cemal Reşit Rey'le yapılmış olan bir röportajda da kendisinin belirttiğine göre aslında başka bir güfte üzerine yapılmıştır ve İstiklal Marşı olması düşünülerek bestelenmemiştir. Söz ve melodide yer yer görülen uyum (Prozodi) eksikliğinin (örneğin "Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" mısrası ezgili okunduğunda "şafaklarda" sözcüğü iki müzikal cümle arasında bölünmüştür) esas sebebi de budur. Protokol gereği, sadece ilk iki dörtlük beste eşliğinde İstiklâl Marşı olarak söylenmektedir.
İSTİKLAL MARŞI
Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak.
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!
Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl…
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
Garbın âfakını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddım var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
‘Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hak’kın…
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı:
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hüdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
Ruhumun senden, ilâhi, şudur ancak emeli:
Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahâdetleri dinin temeli,
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli.
O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım,
Her cerihamdan, ilâhi, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır ruh-i mücerred gibi yerden nâ’şım;
O zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
Ebediyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl!
Mehmet Âkif Ersoy Kimdir?
Mehmet Âkif Ersoy 20 Aralık 1873’te İstanbul'da, Fatih ilçesi Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi.
Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir. Babası, ona ebced hesabıyla doğum tarihini ifade eden "Ragîf" adını verdi. Fakat telaffuzu zor geldiğinden arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi.
İlk öğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. İki yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Aynı zamanda Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti. Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızca dillerinde hep birinci oldu.
Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetti. Ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaparak aileyi bu eve yerleştirdi.
Mehmet Âkif öncelikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu. Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında arttı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Daha sonra bu okulda Türkçe öğretmenliği yapacaktır. Resimli Gazete’de Servet-i Fünun Dergisi'nde şiirleri ve yazıları yayımlanacaktır.
Mehmet Âkif’in hem öğrencilik hem de hocalık yaptığı bu mekânda bugün İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi hizmet vermektedir. Mehmet Âkif ve arkadaşlarının yemekhane salonu bugün İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Mehmet Âkif Ersoy Fuaye Salonu olarak kullanılmakta, iç kapı üzeri ve çevresini tam kıtalarıyla İstiklâl Marşı ve Âkif’in büyük portresi süslemektedir. Aynı kampüste Mehmet Âkif Ersoy Tarım Müzesi de yer almakta ve gençlere her fırsatta büyük şairimizi hatırlatmaktadır.
II. Meşrutiyet’in büyük etkisinde kalan Âkif, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin’in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. Balkan Savaşı, Çanakkale Muharebeleri ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde çeşitli görevlerde bulunup, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü.
1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı'na yerleşen Mehmet Âkif, 500 lira ödül konularak açılan İstiklâl Marşı yarışmasına başta katılmadı. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Beyin teşvikiyle ikna oldu. Onun orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17:45'te Milli Marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı hayır kurumuna bağışladı.
Kurtuluş Savaşı ve zafer sonrası uzunca bir süre Mısır’da yaşayan Milli Şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy, 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti, Edirnekapı Şehitliğinde yatmaktadır. En önemli iki eseri İstiklal Marşı ve şiirlerini yedi kitap halinde topladığı Safahat’tır.
11 Mart 2015
Bir Ayet Bir Hadis
08 Mart 2015
islamda kadının değeri
RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA
“Allahumme salli ala Muhammed’in ve ala ali Muhammed”
Değerli okurlarım! Dünya ve ahiret saadetini hedefleyen İslâm dini, toplumun temeli olan aileyi sevgi ve saygıya dayanan bir kurum olarak tanımlamıştır. “Kur’an-ı Kerim’de” dördüncü surenin adı Nisa’dır.Nisa kadınlar demektir.Bu surede daha çok kadından, kadın haklarından, kadınların ictimai yerlerinden, kadınların değerlerinden bahsedilmektedir. İslamda kadının çok önemli bir yeri vardır.Çünkü nesli yetiştiren, ona yön veren kadındır.İnsanlığı eğitecek, ona maya ve şuur verecek ilk yer ana kucağıdır.Şefkatin, merhametin ve ilk mektebin başlangıcı hep anadır.Bundan dolayı Güzeller güzeli (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuştur.
“Cennet anaların ayakları altındadır” İşte kadın, ayağının altına cennet serilecek kadar değerlidir. Erkek kendisine, kadın bütün milletine tesir eder.İyi kadın evinde huzur, mezarında nur fışkırır.Bir neslin, düzgün devam edebilmesinin ilk sebebi kadındır.” Kız anadan görmeyince öğüt almaz diyen” atalarımız kadınların en güzel örnek olduğunu ifade etmişlerdir.Yüce dinimiz Islam kadınlara karşı iyi mumele etmeyi emretmiştir. Hayırlı olanları yad Eden Kainat’ın Efendisi (s.a.v.) şöyle buyurmuştur.
“Müminlerin imanca en mükemmel olanı, ahlakı en iyi olanlarıdır.En hayırlıolanlarınız da kadınlara karşı hayırlı olanlarınızdır.” (Riyazü’s-Salihin) Görülüyor ki, Efendimiz (s.a.v.) kadınlara karşı iyi muamele edilmesini, onlara güzel davranılmasını hayırlılık olarak nitelendiriliyor. İnsanın imanının mükemmelliğini, erkeklerin hayırlı olmalarını, hanımlarına karşı iyi davranmaya bağlamaktadır.Bu derce kıymetli olan kadın, bu kıymetini ancak islamda bulmuştur.İslamdan once hiç bir değeri yoktu.Mal gibi alınır ve satılır, hor görülüdü. Bu vaziyetten kadını islamiyet kurtarmıştır. Kadın kadınlık hüvviyetine ancak İslam’da kavuşmuştur..
”Hz.Ümmü seleme annemiz (r.anha.) Kainat’ın efendisine sordu:” Ya Rsülallah! Dünya kadınlarımı yoksa cennetdeki iri gözlü hurilermi daha üstündür? Efendimiz (s.a.v.) Kumaşın yüzü tersinden üstün olduğu gibi, dünya kadınlarıda cennet kadınlarından üstündür. Cennet kadınlarının güzelliklerini dile getirirken onların birinin dünyaya gelmesi halinde dünyanın misk kokusu ile kaplanacağı, güzelliklerinden güneşin bile ziyasının kaybolacağını dile getirmişti.Böyleyken dünya kadınlarının üstün olduğunu ifade etmesi, ibadetleri sebebiyledir.
Bir kadın efendimize gelerek ya Rasülalllah erkekler cihadda bizi geçti.Bizim cihadımız yok.Kadının bu sözü üzerine Allah Rasülü (s.a.v.) şöyle buyurdu.”Sizden çocuğa bakan kadın için gündüzleri oruç tutan, geceleri ibadet
Kadınlarımıza en güzel örnek Peygamberimiz (s.a.v.) in kızı Hz.Fatma annemizdir.
-O elleriyle değirmende un öğütür,
-Lisanıyla Kur’an okur, kalbiyle namazını düşünür.
-Ayaklarıyla Hz. Hasan’ın beşiğini sallar,
-Gözleriyle de Allah korkusuyla ağlardı.
Ninelerimiz annelerimiz hep böyle idiler..”Ya günümüzün kadınları?
-Elleriyle kağıt oynar, çalgı çalarlar.
-Ağızlarıyla sigara, içki içerler.
-Lisanlarıyla dedikodu, kalpleriyle haset ederler,
-Gözleriyle harama bakarlar.
İyi kadın güzel kadın, hayırlı kadın Kim? Hükmü Kur’an-I Kerim verir.” “Saliha kadınlar, itaatkardır.Allah’ın kendilerini korumasına karşılık (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar.” (Nisa suresi.34) Namusunu koruyan, kocasına itaat
Bunlar simsarlar, Kadın vücudundan para kazanmak için girişilen reklamlar.Üstelik memlekette kadın haklarını korumak için kurulmuş derneklerde mevcut. “Amma kadın, teşhir aracı olmuş”. Reklam aracı haline gelmiş. O yüksek mevkiinden yerlere atılmış. İşte kadını bu durumdan kurtaracak tek nizam İslam dinidir. Mevla Teala kur’an-ı Kerim’de,
“Onlar sizin örtüleriniz, siz de onların örtülerisiniz. Onların sizin üzerinizde, sizin de onların üzerinde haklarınız vardır.” (Bakara suresi.187) buyurarak kadının erkekle karşılıklı sorumluluklarını beyan etmiştir. Gerçek huzur mutluluk ve saadet hiç şüphesiz ki Allah ve Rasûlünün emir ve tavsiyelerine uymakla mümkün olacaktır...
**************************************
Fahri Kâinat efendimiz (s.a.v.) “Harama bakan göz zanidir. Güzel koku sürünerek erkeklerin arasına çıkan kadın da” Buyurmuştur.
01 Mart 2015
Ahmet Hakan: Erbakan siyasetinin beş özelliği
Ahmet Hakan: Erbakan siyasetinin beş özelliği
Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan dünkü köşesinde Necmettin Erbakan siyasetinin beş özelliğini yazdı.
Hürriyet gazetesi yazarı Ahmet Hakan dünkü köşesinde Necmettin Erbakan siyasetinin beş özelliğini yazdı.
VEFAT YILDÖNÜMÜ VESİLESİYLE
Erbakan siyasetinin beş özelliği
-BİR: Şartlar ne olursa olsun... Siyasi dilindeki nezaketi zerre kadar olsun bozmazdı.
-İKİ: Hangi durum söz konusu olursa olsun... Herhangi bir Müslüman ülkeyi asla hedefe koymazdı.
-ÜÇ: Karşısındaki kim olursa olsun... Saygılı davranışında milim oynama olmazdı.
-DÖRT: Seçimde kaç oy alırsa alsın... Milletin tamamını kucaklama mesajını asla ihmal etmezdi.
-BEŞ: Kulaklar ne kadar sağır olursa olsun... Karşısındakini ikna edebileceğinden hiç kuşku duymazdı.
ERZURUM'DA HALI YIKAMA SİZE BİR TELEFON KADAR YAKIN
BURSADAKİ TORTUM DEMİRCİLER KÖYLÜLERİNİ MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ
FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ