BİR FATİHA DA SENDEN OLSUN

KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ? TIKLA DA GÖR

             Allah (cc), Kuran-ı Kerim’de Ankebut suresi   55. ayetinde:” Her canlı ölümü tadacaktır.”diyor. Bizler ve bu yazıyı siz...

08 Mayıs 2013

Erzurum'un manevi kalesi: Efe Hazretleri


Alvar İmamı Muhammed Lütfî, bir devri bütün çilesiyle sırtlamış insanlardan. Sohbetinde ve sofrasında herkes kendine yer bulmuş. Bir asır evvel insanlığa çizdiği ufuk, bugün ışık saçmaya devam ediyor.
Nisan ayının sonları. Bahar yeni yeni geliyor Erzurum’a. Şehri kuşatan dağlar karla kaplı hâlâ. Ova; çiçeğe, çimene durmuş. Ömrünü zemheri ayazında geçirmiş, baharı görmeden göçüp gitmiş bir zâtı, Alvarlı Efe Hazretleri’ni ziyaret için yollardayız. Bir asırdır eşiğine varanları eli boş göndermediği sofrasından nasiplenmek, dilimiz döndüğünce baharın müjdesini vermek niyetimiz…     
Muhammed Lütfi, nâm-ı diğer Alvarlı Efe Hazretleri; aramızdan el etek çeken mânâ büyüklerinden. 1868-1956 seneleri arasında geçen ömrünün tamamını; şeyhine intisap için çıktığı Bitlis seyahati ve 3 hac ziyaretini saymazsak, Erzurum’da geçirmiş. Bediüzzaman hazretlerinin dediği gibi; hem şehrin havası, hem devrin çetin şartları itibarıyla kıştan başka mevsim görmeyenlerden. Memleketin maddi manevi ilmek ilmek çözüldüğü yıllarda şefkatle, merhametle, sohbet ve nasihatle etrafına topladığı insanları sımsıkı kenetlemiş. Son kale düşmesin; halk, iman ve Kur’an’dan uzaklaşmasın diye yapmış ne yaptıysa.
Efe Hazretleri’nin lakabı, 21 sene imamlık yaptığı Pasinler’in Alvar ilçesinden geliyor. Küçük bir köy camiinde, köylüler arasında yaşıyor ancak öyle bir ufka sahip ki, divanını elinize aldığınızda; bugün, size konuşuyor adeta… Zihni, gönlü, gözü dünyanın dört bir tarafına dağılmış zamane insanı için böylesine mütevazı bir hayattan dünyayı kuşatan bir sadanın nasıl yükseldiğini anlamak kolay değil. İşe doğru bildiklerimizden şüphe duymakla başlamak gerekiyor belki. Sonra diz çöküp bize de rehberlik etmeleri için dua etmek.
Erzurum ve Alvar ziyaretini bahar müjdesi kabul ettik; zira vefatından 57 sene sonra bir araya gelen yüzlerce ilim adamının Dîvan’ı aracılığıyla ‘Efe’ye tercüman olma gayretini kendileri de böyle kabul ederdi herhalde. Çilesini çektikleri zor zamanlar geride kalmıştı. Onun lisanıyla dua ve münacatlar okunuyor, kılavuzluğuna sığınılıyordu.
Muhammed Lütfi Efendi’nin kapısını çalma vesilemiz; Erzurum Atatürk Üniversitesi, Belediye, Valilik ve Efe Hazretleri Vakfı’nın birlikte düzenlediği sempozyumdu. Türkiye’nin dört bir tarafından icabet edilmişti davete. O büyük bir dağ, bizler farklı yönlerden ona bakmaya çalışan insanlardık. Herkesin gördüğü bir araya gelince ortaya çıkan muazzam manzara, Efe Hazretleri’ne tekabül ediyordu.
1868’de Erzurum’un Hasankale il­çesinin Kındığı köyünde dünyaya geliyor Muhammed Lütfi Efendi. Âlim ve ârif bir zât olan babası Hüseyin Efendi’nin rahle-i tedrisinden geçiyor. 22 yaşında babasının da şeyhi olan Bitlisli Muhammed Küfrevî Hazretleri’ne intisap ediyor. Aynı sene Erzurum’un Dinarkom köyünde imamlığa başlıyor. 16 Şubat 1916’da Ruslar Erzurum’u işgali edene kadar burada kalıyor. Savaş baş gösterdiğinde niyeti orduya katılmak. Ancak kendisini yakından tanıyan bir komutanın “Hocam, Türk Milleti’nin harp edecek asker kadar, vaaz edecek âlimlere de ihtiyacı var. Siz vaaz ediniz, halkı irşâd ediniz!” sözleri üzerine babasını Erzurum’da bırakarak imamlık yapmak üzere Yavi’ye gidiyor. Yavi’de katliama dönüşen savaşta bir torununu şehit veren Muhammed Lütfî Efendi, köyden topladığı 60 kişilik müfrezeyle direnişin parçası oluyor. Nihayet işgal sona eriyor. Babası Hüseyin Efendi ve çok sayıda şehit kalıyor geride.
1918’de Erzurum nispeten sükûna erse de vatan toprağı kaynamaya devam ediyor. Alvar köyü imamlığını Hasankale müftülüğüne tercih eden hazretin hayatında 21 sene sürecek uzlet başlıyor. Divanında da yer yer belirttiği gibi toprakla insan, cemiyetle fert arasında fark yok onun nezdinde. Nerde bir acı varsa Muhammed Lütfî Efendi’de karşılık buluyor. İşgal çilesi bittiğinde Efe 55 yaşında. Zaman hızlanıyor o tarihten itibaren. Önce saltanat kaldırılıp Cumhuriyet ilan ediliyor. Sonra hilafet gidiyor. 1925’te tekke ve zaviyeler kapatılıyor. Kılık kıyafet değişiyor. 1928’de, 60 yaşına geldiğinde alfabe değişiyor. 32’de Tekbir, Ezan ve Kamet’in Türkçe tercümelerinin okunması emri Alvar’a kadar ulaşıyor… Siyasete hiç temas etmeyen Alvarlı Efe, bu yasaklardan doğrudan etkileniyor elbette. Tüm tehlikesine rağmen mücadeleden geri durmuyor. Pek çok Allah dostu gibi o da fikrini, düşüncesini nazımla ifadeyi tercih ediyor. Duyguları şiir olup dökülüyor dilinden. Haccac’ın halkına ettikleri onların yaşadıkları yanında hiçbir şey değil Efe’ye göre. “Belây-ı girdâbın devrini bir gör / Bu devr-i âlemin katresi değil / Haccac-ı zalim’in cevrini bir gör / Bugünkü bu zulmün zerresi değil”
Milli mücadelenin ardından manevi mücadele başlıyor. Görev yaptığı köy camiinin girişindeki bir odayı medreseye çevirip talebe okutmaya başlıyor. Daha gençlik zamanlarından beri tanınan, ilmine ve irfanına hürmet duyulan Efe hazretlerinin evinde her kesimden, her seviyeden insan toplanıyor. Küçük odasında kurulan sohbet meclislerinde insanlığın sıkıntıları gündeme geliyor. Yasağa rağmen Kur’an öğretiyor Efe, ve bu hizmete devam edilmesini teşvik ediyor. “Kâbe’nin duvarı yıkıldı deseler onu tamir edeceğime ihtiyaç sahibi talebeye yardım ederim.” diyor. Bu sebeple zamanın bütün zorluklarına rağmen talebe okutmaya devam eden hocaların ayrı bir yeri var nezdinde. Muhabbet ve hürmetini her fırsatta dile getiriyor. “Ne renklere düşdü bu devr -i zemân / Kalmadı bir yerde bir dârü’l-emân / Her kimde var ise vallahi îmân / Kurbân olur muallim-i Kur ‘ân’e.”
Önce itikat sağlamlığı
Devlet nizamının değişmesine bir yere kadar tahammül edilebilir. Ancak toplum da bir o kadar hızlı değişiyor o günlerde. Erzurum’a tuttuğu ayna memleketin halini gösteriyor Alvar İmamı’na. Kadın, erkek, çocuk… Herkes nasibini alıyor savrulmadan. Ahlaki bozulma artmış, dinde lakaytlık var, insanlar alenen günah işlemekten çekinmiyor. Fakirler perişan, âlimlerin gözü dünyaya dönmüş... “Hayâ, nâmus, âr, pîr kalmadı gitti / Derûn-ı dillerden saadet yitdi / Uryan oldu bu halk perdeyi attı / Kimden edek bilmem kime şikâyet.” ‘Kıyamet alameti’ diyor gördüklerine. Başka nasıl izah etmeli… “Deryâ-yı fitneye gark etmiş devrân / Kurb-i kıyâmetin bidâyetidir / Eşyâya bırakmış dehşet heyecân / Celâl-i Celîl’in celâletidir.”
İnsanların dinî hayattan uzaklaşması, hak ve hakikate daveti vazife edinmiş biri için zor elbette. Toplumun bu hali, hidayet güneşinin zevale doğru meylettiğini, iman sahrasını besleyen nehrin kuruduğunu gösteriyor Efe Hazretleri’ne. Günahların açıktan açığa, gözler önünde işlenmesine, Kur’an’a, Allah’ın emirlerine karşı kayıtsızlığa üzülüyor; “Ahkemü’l-hâkimîn Rabbü’l-âlemîn / Demezler göndermiş Kur’ân-ı mübîn / Münkir-i kıyâmet olur mu gâm-gîn / Gün-be-gün gafleti izdiyâd eyler.”
Zamanın ve zamanenin hali belirliyor sohbetinin mevzuunu. Maksadı; insanları iman, ibadet, takvâ, Muhammedî ahlâk, kardeşlik ve dayanışmaya teşvik etmek. Önce itikat sağlamlığı istiyor Hazret. İnançla kalmayın, huşu ve ihlasla amel edin diyor. “Ey mü’minler gelin hakkı söyleyin / Namazsız niyâzsız İslâm olur mu / Gökden inen kitabları dinleyin / Salâtsız zekâtsız İslâm olur mu?” “Emr-i şerîat terk ola, binlerce bin ânlar gider / Kitâb-ı Hak metrûk ola, seller gibi kanlar gider / Yerde kala emr-i Hudâ, olmaya Kur’ân’la nidâ / Seddoluna bâb-ı hüdâ, merhamet-i Rahmân gider.”
1939’da rahatsızlığı sebebiyle Erzurum merkeze taşınmak zorunda kalıyor. İstese sevenleri şehrin en güzel konağını hizmetine sunmaya hazır. Ancak o Mehdi Efendi Mahallesi’nde küçük bir eve kiracı olmayı tercih ediyor. Torunu Nakip Mazlumoğlu’nun anlattığına göre ailesinin kullandığı mekân, bir oda ve mutfaktan ibaret. Kendisi, evin girişindeki ahırın birkaç basamakla çıkılan sekisinde geçiriyor bütün vaktini. Ahır odası deniyor oraya. Hayvanların sıcağı şehrin soğuğunu kırdığı için sekiler oda hizmeti veriyor o günlerde. Misafirlerini orada kabul ediyor. “Pek büyük bir yer değildi.” diyor Mazlumoğlu. “Fakat misafir geldiğinde yay gibi açılır, genişlerdi. Kalabalık gittikten sonra tekrar küçülürdü. Ben çocuk olarak öyle hissederdim.”
Sohbetinde bulunmuş, sofrasına oturmuş insanlar için hiç de öyle olağanüstü bir zât değil ‘Efe’. Onlar gibi yaşıyor, aynı sofraya oturuyor, aynı camide namaz kılıyor. Yücelterek hayatın dışına itmedikleri gibi sıradanlaştırıp saygıda kusur da etmiyorlar. En sık kullandıkları hitaplardan biri ‘Efe Can.’ Vicdanları, hocaları, şeyhleri, çünkü o...
‘Efe’nin hayatı; tasavvufî ahlakın inanılması imkânsız bir menkıbeden ibaret olmadığının ispatı. Hatıraların şehadeti ve Hulâsâtü’l-hakâyık adıyla toplanan nutk-u şerifi, bütün nasihatlerinin Kur’an ve hadis kaynaklı olduğuna işaret ediyor. Çok güzel sohbetler ediyor. Cemaat nefesini tutarak dinliyor adeta. Meclisinde zikir halkası kuruluyor, Hatm-i Hacegân yapılıyor, ilahi, gazel okunuyor. Ve elbette çay hiç eksik olmuyor. ‘Evliya çorbası’ diyor Erzurum halkı orada ikram edilen çaya. Lütfî Efendi, mütevazı hayatına rağmen ne hediye kabul ediyor ne fitre, zekât. Misafirleri bir şeyler bırakmak istediğinde oturduğu minderin altını işaret ederek oraya bırakmalarını söylüyor. İhtiyaç sahipleri de ziyarete geliyor elbet. O zaman elini sokup minderin altında ne varsa çıkarıp veriyor. Gündüz gelen, akşama kadar bitiyor. Hatıralar hâlâ taze, bugün bile “Efe, Erzurum’un kesesiydi” diye anlatılıyor.
Efe Hazretleri’ne göre dindarlık, Efendimiz’in izini takip etmek demek. Torunu Nakip Mazlumoğlu, hüzün ve hürmetle hatırlıyor; “Bize ‘Gelin! Ben deve olayım, sırtıma binin” derdi. Büyük zevk alırdık onunla oynamaktan. O zamanlar ‘dedem bizi seviyor’ diye düşünürdüm. Sonra anladım ki Peygamberimiz de torunlarıyla öyle oynuyordu. O da sünnetti.” Sohbetlerinde Allah ve Rasulü’ne itaatten sonra en çok birlik, beraberlik, yardımseverlik ve kin tutmamayı nasihat ediyor. Ahlakının en dikkat çeken yönleri; merhamet, hürmet, cömertlik, gönül kırmamak, misafire hürmet.
Sair tasavvuf büyüklerinin söylediklerini kuvvetli bir şiir gücüyle ifade ediyor hazret. Divanı şöyle bir okunduğunda bile neye hassasiyet gösterdiği anlaşılıyor. İncitmemek ve incinmemeyi İslam ahlakının parçası kabul ediyor. Halkı incitmek Allah’ı ve Resul’ünü incitmek manasına geliyor onun nezdinde. Zira halk; Hakk’ın ve Resul’ünün ayali hükmünde. Kimse yakınlarına zarar verilmesine razı gelmez ki Cenab-ı Hakk ve Efendimiz rahatsız olmasın. “Hazer kıl; kırma kalbin, kimsenin cânını incitme / Esir-i gurbet-i nâlân olan insânı incitme / Tarîk-i aşkta bî-çâre-i hicrânı incitme / Sabır kıl her belaya, hâne-i Rahmânı incitme / Felekde hâsılı insân isen bir cânı incitme / Günahkâr olma, Fahr-i âlem-i zî-şânı incitme.”
Halkı incitmemek nispeten kolay. İncinmekten de men ediyor Efe Hazretleri. ‘İncinme’ deyip bırakmıyor elbet. Neden ve nasıl incinmeyeceğini de öğretiyor. ‘Başına gelen her işin hakikatte Cenab-ı Hakk’ın muradı olduğunu gör. Perdeye takılıp kalma’ diyor. İnsan bu şuura eriştiğinde incinme de ortadan kalkıyor. Hâsılı; “Cihan bâğında ey âşık, budur maksûd-i ins ü cin / Ne kimse senden incinsin, ne sen kimseden incin…”
Köyünden şehrine, oradan insanlığa yayılan bir dua halkasının imamesini bu kadarcık zaman ve idrakle ne anlamak ne anlatabilmek mümkün. Zira ‘Cevâhir kadrini ancak cevherfürûşan olan bilir’. Biz vaktinde yaptığı hizmetlere, bugünümüzü aydınlatan rehberliğine şahitlik edebiliyoruz ancak. Umulur ki kabul edilir ve Alvarlı Muhammed Lütfî Hazretleri’nin manevi sofrasından istifade edenlerin sayısı artar… “Muhammed Lütfî’yi hayr ile yâd et / Hayır dua ile kalbin abâd et / Bir Fatiha oku, ruhunu şâd et / Her iki âlemde mansûr olasın…”
Divan’ını oğlu derledi
Hayatı müddetince; ‘Okuyacağınız daha güzel kitaplar var!’ diyerek eserlerinin bir araya getirilmesine müsaade etmiyor Efe Hazretleri. Sohbet ve zikir esnasında söylenen, birine verilen notun girişine yazılan, mektup olarak gönderilen gazel ve ilahiler, dağınık bir halde bulunuyor. Hayatı müddetince zikir meclislerine devam eden gazelhânların ezberindeki bu Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler, Efe’nin vefatından sonra oğlu Seyfeddin Mazlumoğlu tarafından derlenerek Hulâsatü’l-hakâyık adıyla yayımlanıyor. Ömrü boyunca babasının hizmetinden çıkmayan Seyfeddin Efendi’nin evinde 8 ay kalan 7 katip, teker teker hafızalardan topluyor divanı.
AKSİYON DERGİSİNDEN ALINTIDIR.
AKSİYON DERGİSİ İÇİN TIKLAYINIZ

Hiç yorum yok:

ERZURUM'DA HALI YIKAMA SİZE BİR TELEFON KADAR YAKIN

TOMURCUK HALI YIKAMA
0442 214 19 34
0533 371 19 33

IŞILTI HALI YIKAMA
0442 242 05 97
0530 175 3414

POLAT HALI YIKAMA
0534 334 59 08
0 507 046 83 47

BURSADAKİ TORTUM DEMİRCİLER KÖYLÜLERİNİ MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ

Bursa'da yaşayan köylülerimiz ayda bir 27 hane reisi olarak toplanıyor. Kuranı Kerim okuyor, dua ediyor, birbirlerinden haberdar oluyor.
HABER YENİ FOTOĞRAFLAR İÇİN TIKLAYINIZ