Bugün O’nun 10. ölüm yıldönümü.. 27 Şubat 2011, O’nun Hakk’a yürüdüğü tarih.. Hüzünlendiğimi itiraf etmeliyim. Nedeni yok, çünkü o kadar çok nedeni var ki..! Hangisini saysak diğeri eksik kalacak biliyorum. İnançlıydı, kararlıydı, zarifti, zekiydi.. Adanmış bir “dâvâ” adamı, “Bilge” bir siyasetçiydi.. Bu yüzden bana hep Aliya’yı çağrıştırmıştır O.. Bu yolda nice korku tünellerinden geçtiğini bizim yaşımıza gelmiş olanlar iyi bilirler.. Acımasızca taşlandı, yüreğinde taşıdığı inancı yüzünden aşağılandı, horlandı, fikir ve düşünceleri nedeniyle itildi, kakıldı.. Sırf Müslüman bir devlet adamı olduğu için abdesti ve namazıyla, takkesi ve takunyasıyla, tesbihi ve seccadesiyle, kısacası değer verdiği ve inandığı ne varsa her şeyiyle alay edildi, karikatürize edildi.. Ama bir kez olsun başını çevirip onlara bakmadı bile.. Tek bir kelime ile olsun cevap bile vermedi.. 28 Şubat gibi bir utanç sürecini yaşamak zorunda bırakıldı.. Yaşadı ve yaşadıklarını öylece yüreğine gömdü. O ve birlikte yürüdüğü arkadaşları, ibadetlerini bir suçlu gibi resmi dairelerin, bakanlıkların bodrumlarında, kömürlüklerinde, depolarınde gizli gizli yapmaya çalıştılar.. Gün geldi, devlet törenlerinin davet masalarında burnuna ısrarla dayatılan şampanya kadehlerinin gücü karşısında alnından boncuk boncuk terler döktüğüne şahit olduk.. Hepsini elinin tersiyle, ama son derece zarif bir biçimde geri çevirmesini de bildi O..
Siyonistler onu hiç sevmedi.. Sevemezlerdi çünkü Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han’dan sonra belki de ilk defa kendilerini sevmeyen bir devlet adamı çıkıyordu karşılarına.. Üstelik açık açık “İslam” ve “Müslüman” gibi garip(!) ve tehlikeli(!) lâflar ediyordu.. Aynı şekilde “Dış güçler” sözünü kulağımıza küpe eden de yine O olmuştu.. Dış güçlerin ülkemizdeki yerli şakşakçılarına ve işbirlikçilerine söylediği en ağır söz sadece; “Sizi gidi taklitçiler sizi !” azarlamasıydı.. Bazıları “bıyık altından” güldüler ona.. Müslüman Türkiye’nin can düşmanı olan “Siyonist” projesi, “dış güçler”e lâf söylenmesinden rahatsız oldular. Tıpkı O’nun siyaset okulunda yetişen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın dünyanın gözünün içine baka baka birilerine “One Minute!!” dediği gibi.. O, bu sözü ısrarla söyledi, çünkü o gerçekten uzağı gören ferasetli bir devlet adamıydı.. Türkiye adına endişeleri vardı elbette.. Ve ne yazık ki zaman endişelerinde onu haklı çıkardı.. Keşke çıkarmamış olsaydı.. D-8 dedi, İslâm ortak pazarı dedi, montaj sanayii değil ağır sanayi dedi, Müslüman ülkeler kendi ortak parasını basmalı, kendi birleşik ordusunu kurmalı dedi. Siyonizmin İslam dünyası üzerindeki şeytanca planlarına önce O dikkatimizi çekti. Kendi topumuzu, tüfeğimizi, kendi tankımızı, kendi helikopterimizi, kendi uçağımızı kendimiz yapmalı, kendi fabrikalarımızı, kısacası kendi ağır sanayimizi kendimiz kurmalıyız dedi. Bu asil millet Batının taşeronluğunu hak etmiyor, dedi. Evet, bu adam çıldırmış olmalıydı. Herkesin Mersin’e gittiği bir zamanda “tersine” giden bu adam kimdi ?! “Millî” diyordu da başka bir şey demiyordu. Eh elbette böyle bir adamın ne yapılıp edilmeli önü kesilmeliydi, susturulmalı, ne pahasına olursa olsun bu gidişat durdurulmalıydı. Siyasi hareketinin defalarca önü kesildi. Durduruldu mu bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da, Anadolu insanı artık “asırlık” uykularından uyanmıştı.
Sabırlıydı, inançlıydı, saygı duyulacak prensipleri, asla taviz veremeyeceği kutsalları vardı. Siyasî zaafları olmuş mudur, eh her liderde olduğu kadar sanırım onda da olmuştur. Ama kanaatimce pek az liderde olduğu kadar milletine inanmış, devletini baş tacı edip göz bebeği gibi korumuş, kendisini memleketinin değerlerine adamış samimi bir “cihad” eriydi O.. Siyasette, ekonomide ve teknolojide kendine has düşünceleri ve projeleri olan bir idealistti. Türkiye’de ve belki de gözü Türkiye’de olan Müslüman ülkelerin siyaset heveslisi gençlerine bir Müslümanın nasıl siyaset yapacağını/yapması gerektiğini O öğretti. Teşkilatçıydı. Kurduğu partilerin her biri –kapatılma rekoru kırmış olsalar da- birer siyaset mektebi oldu. Türk siyasetine uzun yıllar unutulmayacak siyasetçiler yetiştirdi. Gençlere siyasette prensipli, ahlâklı, özverili, disiplinli ve sabırlı çalışmanın, siyaset yaparken aynı zamanda pekâlâ edebli ve nezaketli olunabileceğinin sırlarını gösterdi. En hiddetli anlarında bile tepkisinin, elinin tersiyle desteklediği, “hadi ordan !” sözünden daha öte gideni görülmedi. İnançlı bir gençliğin ruh tohumunu siyaset tarlasına ilk kez o saçtı bence.. Bunu kurduğu ya da kurulmasına öncülük ettiği “gençlik” teşkilatlarıyla gerçekleştirdi. Bugün devletin işleyişine yön veren siyasi, kültürel, akademik kadroların yetişmesinde onun emeklerini hiç kimse inkar edemez. “İnananlar” sözcüğünü Türkiye’nin siyaset terminolojisine O ekledi. İnanan insanların böylece nelere kâdir olduğunu/olacağını cümle âleme göstermiş oldu. Evet, Anadolu insanı ilk defa onun siyaset anlayışıyla birlikte her anlamda insan yerine konuluyordu.
Kısacası, Türkiye’de inançlı kesimlerin kulağına ilk defa bir parti lideri mutlaka ama mutlaka “iktidar” olmaları gerektiğini fısıldıyor, icraatlarıyla da bunun bir hayâl olmadığını gösteriyordu. O, Türk siyasetinde kolay kolay unutulmayacak siyâsi bir fenomen olmuştu.. Türk ve İslâm dünyası bu zor zamanların yalnız adamına çok şey borçlu olduğunu herhalde kabul edecektir.. Zira ölümünden önce özellikle İslam dünyası üzerinde, Orta Doğu'da oynanmak istenen kirli ve çirkin oyunlara ısrarla dikkat çekmiş, yaşanacak felaketleri sezmiş, o gün söyledikleri de ne yazık ki bugün bir bir ortaya çıkmıştır.
Bu bir hatırlama/hatırlatma yazısıydı.. Bir kez daha diyelim ki “Rûhun şâd, mekânın, menzilin, uzaklardaki yerin yurdun cennet olsun” güzel insan..
Prof.Dr. Rıdvan Canım